Peder Jean ROMANIDES
Günümüzde Ortodoksluğun, özellikle de geçmiş kuşaklara hâkim olan liberalizmden önemli ölçüde sıyrılmakta olan gençliğin önündeki kutsal görev, Kilisenin günlük yaşamında Paskalya zaferini yeniden keşfetmektir. Ortak iman, Havârilere ve Kilise Babalarına bağlılık gerçi litürgiyada ve kilisenin kitaplarında esas olarak değişmemiştir ama pratikte, gerek ruhanîlerin gerekse inanlıların zihninde büyük bir kargaşa hüküm sürmektedir. Kuşkusuz, bunun sebebi Mesih’in Kilisedeki eserinin mâhiyetini yeterince anlamıyor oluşumuzdur. Böylece, ortodoks olduğunu söyleyen ve bunu içtenlikle isteyen çok sayıda kişi Kilisenin yaşamını Havârilerin ve Kilise Babalarının görüşleri değil, pek de belirli olmayan kendi kişisel duyguları çerçevesinde anlamaktadır. Burada eksik kalan, Kilisenin temel yaşamının gerektirdiklerini hakkıyla kavrayıp kabullenemeyişimizdir. Bu kavrayış eksikliği batı dünyasında Kilisenin zaaflarını ve özellikle skizmanın ve sapkınlığın çeşitleri karşısındaki tutumunda görülen zaafı büyük ölçüde açıklamaktadır. «Ruh’un kendisi, bizim ruhumuzla birlikte, Tanrı’nın çocukları olduğumuza tanıklık eder» (Roma, 8 : 16) ifadesini anlayamayanlar Gerçeği savunamazlar. Onlar kendi kendilerine sormalıdırlar : “Sakın ben de Gerçeğin dışında kalmış yani Kilisenin ölü bir üyesi olmayayım !”
1. KİLİSENİN TEMEL YAŞAMI NELER GEREKTİRİR ?
Ölümü genellikle normal bir olay yahut da Tanrı’nın günahkârı cezalandırmasına yönelik hukukî bir karar olarak kabul eden pek çok batı inancının aksine doğu Kilise Babaları geleneği, ölümün özde günaha bağlı olduğu hususunu (1.Korint., 15 : 56) ve Şeytanın yetkisinde (İbranîler, 2 : 14) olduğunu çok ciddiye alır. Doğulu Kilise Babaları, ölümün failinin Tanrı olduğu, dünyanın mevcut durumunun “normal” olduğu ve insanın, evreni yönettiği farzedilen doğa kanunlarına uymak şartıyla “normal” bir yaşam sürebileceği fikrini reddediyorlardı.
Ortodoks evren anlayışı durağan bir doğal ahlâk yasaları sistemiyle uyuşmaz. Tersine, dünya yaşayan kişilerin eylem ve mücadele alanıdır. Yaşayan ve kişisel bir Tanrı tüm yaratılışın kökenindedir. Tanrı’nın her yerde mevcut olması, yine Onun tarafından ve hattâ Yaratan’ın iradesine karşı gelebilme gücüyle yaratılmış başka iradelerin de var olduğunu dışlamaz. İşte Şeytan böylece salt var olmakla kalmaz, Tanrı’nın eserlerini yok etmek de isteyebilir. Bunu da insanı kendi çıktığı yokluğa çekmeye çalışarak yapar. « Yokluğa dönüş » olan ölüm (Az. Atanasios – De incarnatio Verbi, 4-5) şeytanî gücün yaratılış üstündeki etkisinin de esasını oluşturur (Roma., 8 : 19-22). Mesih’in etiyle ve kemiğiyle dirilişi gerçeği (Luka, 24 : 39) sadece ölümün “anormal” niteliğinin kanıtını oluşturmakla kalmaz, ölümü gerçek düşman olarak da işaret eder (1.Korint., 15 : 26). Ama eğer ölüm anormal bir olaysa, evrene sıkı sıkıya bağlı bir “ahlâk yasası” da olamaz. En azından Kutsal Kitap böyle bir yasa tanımamaktadır (Roma., 8 : 19-22). Başka türlü, Rab İsa Mesih, boşuna « bizi şimdiki kötü çağdan kurtarmak için günahlarımıza karşılık, kendini feda etti. » (Galatya., 1 : 4).
İnsanın kaderi başta kusursuzdu, Tanrı kusursuz olduğu için bugün de kusursuz olmalıdır (Efes. 5 : 1 ; 4 : 13). Kusursuzluğun gerçekleşmesi dünyaya ölümün gelmesiyle imkânsız oldu (Roma., 5 : 12), zira « ölümün dikeni günahtır » (1.Korint., 15 : 56). Ölümün egemenliği altında olduğundan, insana yeterince ilgilenebileceği sadece bedeni kaldı (Roma., 7 : 14-25). Dolayısiyle, insanın günlük yaşamını kendini koruma içgüdüsü dolduruyor ve onu sık sık kendi çıkarı için başkalarına karşı adâletsizce davranmaya yöneltiyor (1.Selanik., 4 : 4). Ölüm korkusu altındaki adam (İbranîler., 2 : 15) yaratıcı bir sevgi yaşamı yaşayamaz ve Tanrı’yı örnek alamaz (Efes., 5 : 1).
Ölüm ve korunma içgüdüsü, insanı sevgide, yaşamda ve ilâhî gerçekte birlik olmaktan ayıran günahın kökleridir. İskenderiyeli Aziz Kirillos’a göre, ölüm, insanın Tanrı’yı ve komşusunu kendi güvenliği ve rahatlığı için kaygıya ve tasaya kapılmadan sevmesini engelleyen düşmanıdır. İnsan değersiz, anlamsız kalmaktan korktuğu için kendi kendisine olsun, başkalarına olsun, gerçekten de değer taşıdığını kanıtlamayı amaçlar. Bu durumda, hiç değilse bazı yönleriyle diğerlerine üstün olduğu izlenimini vermek zorunda kalır. Kendisini övenleri sever, küçümseyenlerden nefret eder. Küçümsenme, hakarete uğrama, önemsiz görünmekten korkan bir adam için ağır bir darbedir. Dünyanın “normal bir insan” gözüyle gördüğü kişi hemen her an bir tür kısmî yalanlar ve hayal kırıklıkları dünyasında yaşar. Kendisine güven veren dostlarından başka sevebileceği yoktur ; manevî ve maddî kendini koruma içgüdüsü ise onu düşmanlarından nefret etmeye yöneltir (Matta, 5 : 46-48 ; Luka, 6 : 32-36).
Ölüm bireyselliğin kaynağıdır ; ölüm insanın “ölümlü bedeninin” kişisel iradesine tümüyle egemen olabilir (Roma., 7 : 18). Ölüm, insanlığı benmerkezciliğe ve bencilliğe indirgeyerek insanoğlunu gerçek karşısında kör eder. Gerçeği ise çok kişi görmek istemez zira kabullenmesi güçtür. İnsanoğlu her zaman işine geleni gerçek olarak kabullenmeye hazırdır. İnsanlık da kendini feda etmeye amâde bir sevgi uğruna acı çekmektense, güvende olmayı ve mutluluğu arzu eder (Filipi., 1 : 27-29). Doğal insan, uyulması zor olmayan ahlâk kuralları ve basit öğretisiyle kendisine güvende olduğu hissini verecek ama ondan « Mesih’le birlikte ölüp dünyanın temel ilkelerinden » kurtulmak üzere kendi benliğini reddetmesini istemeyecek bir din arar (Kolose., 2 : 20). Havârilerin, Kilise Babalarının bize miras bıraktıkları iman “sofuluk duyguları” yahut “kendini güvencede hissetme” içermez. Aksine, yazılarının her sayfasında ölüme ve çürümeye karşı zafer çığlıkları buluruz : « Ey ölüm, zaferin nerede ? Ey ölüm, dikenin nerede ? ... Tanrı’ya şükürler olsun ! Rabbimiz İsa Mesih’in aracılığıyla bizi zafere ulaştıran O’dur. » (1.Korint., 15 : 55-57). Mesih’in İblis’e karşı zaferi, insanı Tanrı’dan ve komşusundan ayıran ölümün gücünü yok etmiştir (Efes., 2 : 13-22). Ölüme ve çürümeye karşı bu zafer Mesih’in bedeninde (Efes., 2 : 15) ve daha önce ölmüş olan doğrular arasında (1.Petrus, 3 : 19) gerçekleşmiştir. « Mesih ölüler arasından dirildi, ölümle ölümü ezip mezardakilere hayat bağéşladé.» (Paskalya İlâhîsi). Tanrı’nın Krallığı, mezarın ötesinde olsun, bu tarafında olsun, şimdiden kurulmuş bulunmaktadır (Efes., 2 : 19). Ölüler diyarının kapıları Mesih’in bedenine galebe çalamaz (Matta, 16 : 18). Ölümün gücü Yaşamın Krallığını işgal edemez. İblis ve onun krallığı, Mesih’in Bedeninde güvencede olan kesin yenilgiye her gün biraz daha yaklaşmaktadır (1.Korint., 15 : 26).
2. ÇARMIH’IN ZAFERİNE ÂYİNSEL PAYDAŞLIK
Çarmıh’én zaferine paydaş olma sadece gelecek için bir ümit değil, daha bugün de var olan bir gerçekliktir (Efes., 2 : 13-22). Vaftiz olmuş (Roma., 6 : 3, 4) ve Mesih’in Bedenine aşılanmış olanlara bir lûtuftur (Yuhanna, 15 : 1-8). Yine de ne kurtuluş ve ne de Mesih’in yaşamına sürekli katılım için sihirli bir güvence vardır (Roma., 9 : 19, 20).
Mesih, Kendisine inananları Bedeninde birleştirerek ayrılığın gücünü ortadan kaldırmak üzere geldi. Kilisenin dış alâmeti sevgide birleşmektir (Yuhanna, 17 : 21) ; bu birliğim merkezi ve kaynağı ise Efkaristiya’dır : « Ekmek tek biz ise çok sayıda olduğumuza göre, aynı Ekmeği paylaşmak için tek bir beden olalım » (1.Korint., 6 : 19, 20). Vaftiz ve Teyit gizemleri bizi Mesih’in Bedenine aşılar, Efkaristiya ise Mesih’te yaşatır ve Kutsal Ruh’un bedenlerimizde yer almasıyla bizleri birbirimize bağlar (1.Korint., 6 : 19, 20).
İman kurtuluş için yeterli değildir. Zaten “imanlı” olan katekümenlerin vaftiz öncesinde, Ruh’un birliğinde dirilmek yani yerel topluluğun diğer üyeleriyle Mesih’te ve sevginin ortak yaşamında birleşmek üzere, günaha ve ölüme ölerek dünyanın “normal yaşam” olarak kabul ettiği her şeyi sıyırıp atması gerekirdi. Ortodoksluk en büyük değeri insanlık için hissî bir sevgiye verir. Mesih’te yaşayabilmek için somut insanlarla bir olmalıyız. Mesih sevgisine götüren tek yol, diğer hristiyanların temsil ettiği gerçekliği sevmektir. « Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz » (Matta, 25 : 40).
Mesih’in Bedenindeki sevgi, insanî dâvaların yahut ideolojilerin hizmetinde bir takım belirsiz soyutlamalar değildir. Mesih örneğine göre sevgi, bütün bulanık fikirlerden sıyrılarak toplu yaşamın tüm güçlüklerine göğüs germek, bizatihî gerçekten var olan kardeşlerin bedenlerinde Mesih sevgisini bulmaya çalışmak ve dünya için çarmıha gerilmek demektir. Sevgiden ve iyilikten söz etmek kolaydır ama farklı kökenlerden insanlarla içten ve yapmacıksız ilişkiler kurmak hayli zordur. Oysa Mesih’in ölümü ve Dirilişi tam da şunu göstermektedir : öylesine bir kutsallar topluluğu ki kendilerini düşünmezler, kendi kişisel kanaatlerini de dikkate almazlar ancak, Mesih’in yaptığı gibi sürekli kendilerini alçaltarak, Mesih’e ve diğer insanlara olan sevgilerini dile getirirler. Ölüm yasası altında mümkün olmayan, Yaşam Ruhunun birliğinde mümkün olmuştur.
3. ÇARMIHTAKİ ZAFERİ BUGÜN NASIL YAŞIYORUZ ?
Tarihi boyunca Kilise, üyeleri, sıklıkla da ruhban sınıfı içinde, günah ve çürümüşlükle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bütün çağlarda da bunun için uygun yöntemleri uygulamayı başarmıştır zira düşmanı teşhis etmeyi bilmiştir. Kilise, üyelerinin tümü günahsız olduğu için değil, İblisi savunmasız bırakan âyin gizemi sürekli olarak kendisinde var olduğu için doğrudadır. “Toplantılarınızı (epi to auto=ayné yerde), yoğunlaştırmaya çabalayınız. Çünkü imanınızın ittifakı önünde şeytanın gücü ezilir ve iktidarı çözülür.” (Antakyalı Aziz İgnatios, Efeslilere Mektup, 13).
http://www.oodegr.com/tourkika/biblia/Ignatios/volume_2.htm
Topluluk üyeleri Efkaristiya için bir araya geldiklerinde ve Mesih’in Bedeni ve Kanıyla hep birlikte paydaş olmak üzere içtenlikle öpüştüklerinde [Kutsal öpüş (Roma., 16 : 16)] İblis yenilgiye uğrar. Ama, Mesih’in Bedeninin bir üyesi lâyık olmadan komünyon alırsa kendini lânetlemek için yiyor ve içiyor demektir (1.Korint., 11 : 29). Bir hristiyan her Efkaristiyada Mesih’in Bedenine ve Kanına hiç paydaş olmuyorsa, o ruhen ölmüş demektir (Yuhanna, 6 : 53). Kilise, çok sayıda hristiyan Efkaristiyaya katıldığı halde az sayıda kişinin komünyon alması şeklindeki uygulamayı katiyetle reddetmiştir. Âyinde hazır bulunmak, duaya ve komünyona katılmak birbirinden ayrılamaz (7. Havârisel Yasa ; Aziz Yuhanna Hrisostomos, Pavlus’un Efeslilere mektubu hakkında 3. vaaz). « Kimse yanıltılmasın : her kim mâbedin içinde değilse Tanrı’nın Ekmeğinden mahrum kalmıştır... Kilise ile birleşmeyen, kibrinin kendisini mahkûm ettiğini böylece ispat etmiş olur » (Antakyalı Aziz İgnatios, Efeslilere, 5).
Kutsal Kitap ve Kilise Babaları geleneği bu konuda aynı fikirdedir : Ancak ölümün gücüne ölmüş, Yaşam Ruhunun yenilenmesinde yaşayanlar Mesih’in Bedeninin yaşayan bir üyesi olabilirler. Bu sebepledir ki hristiyanlara yapılan zulümler sırasında, saatlerce işkenceler sonucu Mesih’i inkâr etmiş olanlar aforoz edilmiş addolunur. Bir hristiyan, vaftiz sayesinde Mesih’le birlikte öldüğünde, ondan Mesih’in Adı uğruna her an ölmeye hazır olması bekleniyordu. « İnsanların önünde beni inkâr edeni, ben de göklerde olan Babamın önünde inkâr edeceğim » (Matta, 10 : 33). İlk Ekümenik Konsilin 10. Kuralı, zulüm altında Mesih’i inkâr edenlerin atanmasını [kilise görevine] yasaklamakla kalmıyor, atamayı yapan görevli durumu bilmiyor idiyse bile atamayı geçersiz kılıyordu. Bu tür bir atamada bulunan kişi de kilise görevinden ıskat edilmekteydi. [Bununla kıyaslandığında] Vaftizde yapılan niyet beyanına rağmen tembellik edip Kiliseye gitmeyenin durumu çok daha vahimdir. Ruhanîlerimizin gizemleri uygulama tarzımıza günümüzde onaylamakta olması da çok daha kabul edilemez bir durumdur ! Bir hristiyan saatlerce fizikî işkence gördükten sonra Mesih’in inkâr ettiği için aforoz olmaktaysa, haftalarca süreyle kendi kendilerini aforoz edenler mahkûmiyeti çok daha fazla hak etmektedirler.
Şeytanın niteliği ve yöntemleri değişmemiştir. O da olduğu gibi kalmıştır. Aziz Pavlus’un onu tanımladığı gibi, « kendisine ışık meleği süsü » verebilir (2.Korint., 11 : 15). Ölümün dünyadaki gücü aynı kalmıştır. Kurtuluş yolları (vaftizle ölüm, Efkaristiyayla yaşam) da (en azından, âyin kitaplarında) aynı kalmıştır. Kilisenin kuralları değişmemiştir. Halâ, Babalar tarafından onaylanmış metinleri okumaktayız. Bu durumda, günümüzdeki zaaflarımızı nasıl açıklayabiliriz ? Zaaflarımız hiçbir zaman bugün olduğu kadar göze batar olmamıştı.
Bu sorunun tek bir cevabı olabilir : Kilise üyeleri artık kötülük ile Kutsal Kitabın esprisi içinde mücadele etmiyorlar. Çok fazla sayıda hristiyan Kiliseyi kendi çıkarı için kullanıyor ve Mesih’in doktrinini kendi duygularına göre yorumluyor. Günümüzde ortodoks gençliğin esas görevi, karanlıklar prensinin yasalarına ve bu dünyanın ilkelliklerine göre yürümekten vazgeçmek ve Havârilerin ve Babaların gerçeğine dönmek olmalıdır. Zira Mesih bunun için ölmüştür. Bunu inkâr etmek, Çarmıhı ve şehitlerin kanını inkâr etmektir. Babaların doktrinini « esnek olmamakla » itham edecek yerde, modern ortodoks, Yazılardaki Mesih’te yaşam öntahminlerine dönmeye ve Mesih’in doktrinini çarpıtmamaya özen göstermelidir.