Öz Ortodoksluk doktrinleri ve emanetleri

KİTAPLAR

 

Rum Ortodoks Metropolitliği – Halep
El – Bişara Manastırı
Tanrı kuşanan Antakyalı Aziz İgnatyos
Aziz İgnatyos ölümünün 1900. cü yıl kutlamaları 2008

El – Bişara Manastırı yayınları Halep - 2008

Türkçe çeviri Peder İspir TEYMUR - Mersin Ortodoks Kilisesi Ruhani Reisi 2009

 

Íçindekiler / BÖLÜM 2

 

    

 

BÖLÜM 3 : Altınağızlı’nın Aziz İgnatyos’a Övgüsü

 

 

             1. Büyüklük görüntüsünden haz alan zengin adamı, birçok davetler düzenlemek memnun eder. Bu davetleri ya zenginliğinin fazlalığına ya da dostlarına onları sevdiğine dair deliller sunmak için yapar. Bunun gibi kutsal ruhun nimeti de bizi birçok kez bayramlarını kutladığımız şehitlerin güzel sofrasına oturmaya davet eder. Bu davette bize Allah’ın bu sevgili dostlarına olan sevgi ve kudretinin bir tanıklığını sunar. Kısa bir süre önce bakire bir genç kız olan mutlu şehit Bilacya bize büyük sevinçlerle toplayıcı bir ruhsal sofra gösterdi. Bayramı aziz İgnatyos’un bayramına yakındı. Burada iki ayrı şahıs görmekteyiz ama şölen tek şölen. Dövüşerek şehit düşmüş iki ayrı şahıs ama tek bir mücadele tacı görüyoruz. İki ayrı çarpışma sahası ama aynı ödül. Yalnızca bedensel gücün kullanıldığı sivil savaşlarda yalnızca erkekler çağrılır. Ama burada bütün mücadeleler ruhsal olduğu için meydan açıktır. Mücadeleden uzaklaşmak veya toplanmak her iki cinsiyetten olur. Yalnızca erkekler karşı karşıya gelmez bu savaş alanında. Ama korkulan, kadınların zayıf yapıları nedeniyle bu savaşta karşı karşıya gelmemelerinin geçerli bir mazeret olabileceğidir. Ve bu mücadelede kadınlar erkeklere üstün tutulmaz. Sebebi ise bunun bayanlara özgü olmasının erkeklerde oluşturacağı şiddetli utancın bertaraf edilmesidir. Her iki cinsiyetten de bu mücadelelerde başarılı olan birçok sayıda insan görülebiliyor. Bunlar yüceltilip zafer tacına nail oldular. Bu olaylardan, İsa Mesih’te, kadın ve erkek arasında bir fark olmadığını anlarsınız. Ve bundan şu yorumu yapabilirsiniz, eğer bizdeki gerçek Allah korkusu kıskançlık ateşini yakar ve harekete geçirirse ve cesaretimizi de buna eklersek dini mücadele sahasında ne cinsiyet ne yaş ne de hoş mizaç kısaca hiçbir şey bizi bundan alıkoyamaz. Mücadele sahasına hep beraber kadın erkek, genç yaşlı, özgür köle, beraberce inmemizi sağlayan sebep budur. Saygın ve sağlam irade sahibi olurlarsa kadın erkek hepsini çarpışma alanına inmekten hiçbir şey uzaklaştıramaz.

            Şimdi vaktin genişliği beni, aziz İgnatyos’un faziletlerini yüceltmeye teşvik ediyor. Oysaki aklım o dereceye kadar mütereddit ki sözlere hangi yönden başlayacağımı bilmiyorum. Çünkü onunla ilgili elimde o kadar çok geniş övgüler var ki, bu durumda şaşkınım. Aynı, kokular dolu bir bahçeye girmiş bir insan gibiyim öyle kokular ki gül, menekşe, sümbül ve baharın süslendiği diğer bütün cins çiçeklerin bulunduğu bir bahçe. İşte bu bahçe ki yayılan güzel kokularını dillendiriyor ve hangisini seçeceğimi aklım bilmiyor. Çünkü bütün o çiçeklere aklımın gözü takılıyor. İşte İgnatyos’un faziletlerinden oluşan ruhsal bahçeye girdiğimizde önümüze bahar çiçeklerini değil, kutsal ruhun nefsini zenginleştirdiği ürünleri sergiliyor. Fikrimizi hangisine yöneltelim bilemiyoruz. Çünkü gördüğümüz bu ürünlerden her çeşidinin sahip olduğu güzelliğinin ne anlama geldiğinin açıklamasına aklımız takılıyor. Siz kendiniz karar veriniz. İgnatyos kilisemizin iradesini, Mesih İsa’nın her episkopostan istediği cesaret ve hararetle yüklendi ve Allah’ın oğlunun episkoposluğun gereği olarak koyduğu büyük kuralın uygulanmasını dikkatle yerine getirmiştir. Salih çoban koyunları için kendini feda eder diyen ayeti İgnatyos İncil’de okumuştur. (Yuh.10-14) Bunun için hayatını cesaretle feda etti. Ve kendinin gerçekten resulleri yaşadığını gördü ve gerçek ruhsal kaynaklardan içti. Bu vaziyette bu insanın durumu ne yücedir ki o insanların misali üzerine büyüdü ve nerede olurlarsa onlara eşlik etti ve onların bütün davranış ve yasalarından öyle nasiplendi ki onu büyük bir kilisenin başında olmaya yaraşık gördüler. Görünmeyen şeyleri görünenlere tercih etmekte ehil, tanrısal aşkla yanan ve bütün dünyevi durumlar üstünde olan ve cesur bir ruh isteyen bir dönemde yaşadı. Bir insanın elbiselerinden arındığı kolaylıkla bedeninden soyutlanırken görüldü. Burada sözlerime nasıl başlayayım? Yılmadan ve yorulmadan yaydığı resullerin akidesinden mi, dünyevi hayatı aşağılamasından mı, yoksa kilisesini güttüğü özgür kıskançlığından mı başlayayım? Hangisini öveyim, şehit olan kişiliğini mi, episkoposluğunu mu yoksa elçiliğini mi? Çünkü kutsal ruhun nimeti ona üçgen bir taç yapıp onun vakarlı başını süsledi. Daha doğrusu her biri için seçtiği birçok taçlarla onu süsledi. Ve başka taçların bundan çıktığını ve bir asıldan yeşeren ve çiçek veren filizler olduğunu göreceğiz.

            2. Ve eğer isterseniz onun episkoposluk övgülerine başlayalım. Var olan yalnızca bir taç değil mi? Ama onun episkoposluk tacını ortaya koyarsak bundan birçok taçların ortaya çıktığı görülecektir. Ben yalnızca İgnatyos’u, episkoposluğa layık görüldüğü için değil, bu şerefi onun mutlu başına kutsal ellerine koyan resullerden aldığı için beğeniyorum. Ve resullerin ona yücelerden en büyük nimeti cezp ettikleri ve onun üzerine kutsal ruhun taşkın nimetlerini indirdikleri için ona olan övgülerimde kısıtlı davranmıyorum. Onu şunun için övüyorum zira resuller onu kutsadıkları zaman onun bir insanda olabilecek bütün faziletleri kendi şahsında bulundurduğuna tanıklık ettiler. Burada düşüncemi açıklayayım. Aziz Pavlus Titus’a şöyle yazar; Pavlus’un adını zikrettiğimde Petrus, Yakup, Yuhanna ve diğer havariler gurubunu da kastediyorum anlamındadır, nasıl ki bir çalgı aleti muhtelif telleri bir arada bulundurur ve onlardan bir nağme çıkarsa, aynı şekilde havariler gurubu da aynı akideye mensup birkaç kişiyi bir arada bulundurur. Çünkü onların bir öğretmeni vardır o da hepsine verilmiş olan kutsal ruhtur. Aziz Pavlus’un dinleyiciye söylediği budur. Şöyle diyor: Benim veya diğer resullerin bildirdiği söz budur. (1.Korint.15-11) Öyleyse bu resul Titus’a yazmakla ona episkoposun meziyetlerinin nasıl olması gerektiğini anlatır ve şöyle der: Episkopos tanrı evinin kahyası olduğuna göre, eleştirilecek yönü olmamalı, dik başlı, çabuk öfkelenen, şarap düşkünü, zorba ve haksız kazanç peşinde koşan biri olmamalı. Aksine konuksever, iyiliksever, sağduyulu, adil, pak ve kendini denetleyebilen biri olmalı. Hem başkalarını sağlam öğretiyle yüreklendirmek hem de karşı olanları ikna edebilmek için inançlılara öğretilen güvenilir söze sıkıca sarılmalı. (Titus 1-7) Ve aynı anlamda Timoteos’a yazdı: Bir kimse episkopos olmayı gönülden istiyorsa iyi bir görev istemiş olur. Ancak episkopos ayıplanacak bir yanı olmayan, tek eşli, ölçülü, sağduyulu, saygın, konuksever, öğretmeye yetenekli biri olmalı. Şarap düşkünü, zorba olmamalı, uysal, kavgadan ve para sevgisinden uzak olmalı. (Timoseos 3:1-5) Bu sözlerde Aziz Pavlus’un episkopos olacak kişide istediği faziletlerin miktarını görüyorsunuz. Başarılı bir ressam eğer bir kralın resmini yapmak ve bu resmin sanatta örnek bir resim olmasını isterse bütün ustalığını renklere yansıtır ki, onu örnek almak isteyen herkse isteklerini tamamlayıcı bir asıl öz bulabilsinler. Aynı şekilde aziz Pavlus’ta bize bir episkoposun nasıl tatlı meziyetlere sahip olması gerektiğinin resmini, ressamın bir kral tablosunu çizerken yaptığı gibi çizmiştir. Bu resimde, faziletleri ortaya çıkaran çizgilerin farklılıklarını bir araya getirdi. Ve bundan bize tamamlayıcı bir asıl sundu ki, bu makama yükseltilecek her kişi bu tabloyu gözlerinin önüne koysun ve onu çalışmalarına esas teşkil edecek şekilde algılasın. Burada şunu kesinlikle söyleyebilirim, aziz İgnatyos kendi şahsında o örnek kaideye yeteri miktarda bir değişiklik sunmuştur. Utanılacak veya eleştirilecek bir yönü olmamasına rağmen, kibirlenmedi, gazaba gelmedi, şarap düşkünü ve kavgacı değildi. Aksine adil, aziz ve uysal, her tür münakaşadan uzak, para sevgisi olmayan biriydi. Hakikat sözüne kendisine anlatıldığı gibi sıkıca bağlıydı. Dikkatli ve mütevazi hikmetli bir inançlıydı. Ve aziz Pavlus’un istediği bütün meziyetlere sahipti. Bütün bu meziyetleri kendisinde keşfedenlerin kim olduğunu sanıyorsunuz? Bu kuralları koyanlar onda bunu görüp öyle adlandırdılar. Onlar episkoposluk tahtına çıkarılacak olanın güçlü bir sınavdan geçirilmesi için başkalarına yönelmediler. Eğer onlar kendileri bu sınavı onu üzmeden başlatsalar ve onda bütün bu güzel faziletlerin bir arada bulunduğunu görmeseler şehit azizimize bu episkoposluk görevini yüklemezlerdi. Şüphesiz ki onlar, bu makam için insanların gerekleri düşünmeden kendilerine uygun birini seçmelerinin onların başına neler getireceği tehlikesini idrak ettiler, Aziz Pavlus’un Timoteos’a yazdıklarında duymamızı istediği durum budur. Timoteos’a mektubunda şöyle der: Birinin üzerine ellerini koymakta aceleci davranma, başkalarının günahlarına ortak olma (Timoteos 5-22) Neden? Başkasının günahı nedeniyle utancı ve cezayı ben mi çekeyim? Evet, çünkü sen kötü olana bu kötülüğü yapması için vasıta oluyorsun. Her kim bir deliye veya şiddetli bir gazap heyecanı içinde olana bir kılıç verirse, bu ahmakların işleyeceği cinayete ortak olur. Böylece her kim kötü birine episkoposluk tahtına çıkma fırsatını verirse, bu kötü adamın günahları ve haddini aşmada ileri gitmesi yüzünden başına geleceklerin aynısını kendi başına çekmiş olur. Çünkü kötülüğün kaynaklarını çıkarmaya gayret edenler çıkacak bütün kötülüklerin sebebi olurlar. Buradan şunu bilmelisiniz İgnatyos’un episkoposluğu, önümüze onunla ilgili ikili bir taç sergiledi. İnsanların onun için söylediği övgüler ona bir avize misali bir taç hibe eder ve onda parıldayan bütün faziletler için tanıklık sunar.

            3. Birinci taçtan doğan veya ondan çıkan bir üçüncü tacı size belirtmemi ister misiniz? İgnatyos’un episkopos olduğu zamanı düşünelim. Kilisenin o zaman ki iradesi ile şimdiki arasında fark vardır. Düzenli bir yolda yürüyen yolcu ile sarp ve eğimli, taşlık ve kayalık vahşi hayvanların kol gezdiği ve ilk defa geçmek zorunda olduğu ve daha önce kimsenin yürümediği bir yol. Bugün ise Allah’ın nimetiyle episkoposların maruz kaldığı bir tehlike yok. Çünkü gölgesi geniş bir barış kilise üzerinde hüküm sürmektedir. Ve hepimiz yeterli bir huzur içinde yaşıyoruz. Din ise, dünyanın en uzaklarına kadar müjdesi yayıldı, o kadar ki krallar imanın korunmasını üzerlerine almışlardır. Ama o çağda durum böyle değildi. Aksine bakışlar nereye yönelirse orada derin dalgalar ve büyük uçurumlar görür. Her yerde savaş ve çatışmalar ve tehlikeler vardı. O zamanlar yöneticiler, şehirler ve halklar ve bütün uluslar yabancı ve yerliler ve yakınlar hepsi imanlılara zulüm ediyordu. Bu görülenlerden daha korku verici olan ise, imanlıların kendileri dahi yeni olan bu inancı henüz anlamışlardı ve bu açıdan dikkat edilmeye çok ihtiyaçları vardı. Zayıf idiler ve zorlukları artıyordu. Ve bu zorlukların acıları az değildi. Ve savaşların sebep olduğu acılardan daha fazlaydı. Dışarıdan üzerlerine gelen zulüm ve savaşlar, onlar için hazırlanan mükafatlar için onlarda sevinç ve ümit yaratıyordu. Resuller yargı meclisinden böyle bir mutlulukla çıkıyorlardı. Çünkü kırbaçlanıyorlardı. Bütün bu üzüntülerden her yerde aldığı övgü ve iftiharla Aziz Pavlus şöyle haykırırdı: Şu anda sizler için seviniyorum. (Kolose. 1-24) İmanlıların günahları ve zorlukları ve kardeşlerinin sorunları onların nefes almalarına bile meydan vermiyordu. Çünkü bütün o zorluklar ve günahlar onlar için baş ve boyunlarında taşıdıkları ağır bir boyunduruk gibiydi. Ve onlara bunun ızdırabını aralıksız bir şekilde yüklüyordu. Acılarıyla iftihar eden bu havarinin içsel yorgunluklardan nasıl inlediğini dinleyiniz. Şöyle dedi: Kim güçsüz olurda ben güçsüz olmam? Kim günaha düşürülür de ben yanmam? (2.Korint.11-29) Bir başka yerde de şöyle der: Çünkü geldiğimde sizi istediğim durumda bulamayacağımdan korkuyorum. Sizlerde beni istediğiniz durumda bulamayabilirsiniz. Aranızda çekişme, kıskançlık, öfke, bencil tutkular, iftira, dedikodu, böbürlenme ve kargaşa olmasından korkuyorum. Korkarım size tekrar geldiğimde tanrım beni utandıracak, daha önce günah işleyip de kapıldıkları pisliklerden, fuhuş ve sefahatten tövbe etmeyen birçokları için yas tutacağım. (2.Korint 12:20-21) Biz geminin kaptanını, havalar onun arzu ettiği şekilde seyrederken gemisini ve yolcularını limana yetiştirdiğinde değil, aksine havaların fırtınalı ve denizin şiddetli dalgalı olduğu durumlarda bütün bu şartların üstesinden gelme gücünü gösterip, dalgaların gemi boyunu aşıp yolcuların selametini tehdit ettiğinde gemiyi ve yolcuları salimen limana yetiştirdiği zaman beğeniriz. Aynı şekilde, kilise iradesinin ağır yükünü taşıyan dini liderlerin beğenilmesi hususundaki ödülümüzü kullanırken, savaşların felaket ateşini her yerde yaktığında iman filizinin ilk dönemdeki letafet ve güzelliğinin çok daha fazla itina görmeye muhtaç olduğunu, imanlılar topluluğunun tıpkı yeni doğmuş bebek gibi dikkatli bir bakıma ihtiyaç göstermesi ve zayıf bebeklerin yoğurtla beslenmesinin gerekliliği gibi, bütün bunları nazarı itibara almalısınız. Kilise idarecilerinin o çağda karşılaştıkları bütün bu zorluklar içinde imanı yaymada hak ettikleri taçlar konusunda daha güzel bir şuur hissetmek isterseniz size İsa Mesih’in söylediklerimizi doğrulayan sözlerini gözlerinizin önüne serdediyorum: İnsanlar kalabalık bir halde İsa Mesih’e gelirken havarilerine önceki peygamberlerin kendilerinden daha çok meşakkatler ve zorluklar çektiğini anlatmak istedi ve onlara şöyle dedi: Başkaları emek verdiler, siz ise onların emeğinden yararlandınız. (Yuh.4-38) Buna rağmen resuller peygamberlerden daha çok yoruldular. Ama peygamberler önceden gelip kutsal sözü ektikleri ve henüz bilgiyle aydınlanmamış insanları gerçeğe yönelttikleri için, İsa havarilerine en yorucu işlerde de onları sabırlı olmaya teşvik etti. Eğitimle insanlara yol gösterenler ile onlardan önce gelip öğretim ve yol göstermede mücadele edip insanlarda akidenin ilk tohumlarını oluşturanlar tabi ki eşit değildir. Önceden düşünülmesi konusunda hazırlıklı olunan ve alışılan ve kolaylıkla kabul gören gerçekler, ilk defa ilan edilen bir akidenin aksine olarak bunu işitenlerin akıllarını karıştırıp ve bunun tohumlarını ekenleri şiddetli bir cürüm işleyenler pozisyonuna sokar. Atina halkında bunu gördük, aziz Pavlus’un sözlerini dinledikleri zaman bu havariyi cahil olmak ve zihinlerine garip şeyler tebliği etmekle kınadılar. (Resul.işleri 17-20) Öyleyse kilisenin bugünkü idaresi, bunu yürütenlere aşırı bir yorgunluğa sebebiyet veriyorsa, geçmişte bu görevi tehlikelerin en belirgin bir döneminde savaşlar ve zulümler ve sürekli korku şartlarında yürütmüş olanlara nasıl bir yorgunluk ve zorluklara sebebiyet verirdi? O asırlarda azizlerin maruz kaldığı cezaların bugün dile getirilmesi gerçekten yalnızca zor değil hatta batıl bir abesle iştigaldir. Bunu gerçekten hak ettiği bir şekilde vasıflandırmak ancak bütün bunları kendi şahsında deneyebilmiş olmayı gerektirir.

            4. Şimdi de size dördüncü bir taç’tan bahsedeyim mi? Acaba bu tacın ne için olmasını ümit edersiniz? O bizim vatanımızda idareyi yüklendi. Ve eğer yalnızca elli kişinin idaresi zor oluyorsa, sayıları iki yüz bini aşan insanların idaresini yüklenenlerin mutlaka süslenmeleri gereken fazilet ve hikmet nedir? Kısaca diyoruz ki, nasıl ki askeri düzende, adedi en çok olan krallık muhafız alayı en parlak ve sivrilmiş komutanlara teslim edilirse, aynı şekilde en büyük ve en kalabalık şehirlerin siyaseti ve idaresi de en hikmetli ve en güçlü kişilere teslim edilir. Buna şunu ekleyebiliriz, Allah’ın Antakya şehrine karşı özel bir inayeti vardır ve bunu daha önceki tedbirinde bizlere işaret etmişti. Çünkü Petrus’u dünya’ya baş olarak atadı ve ona göklerin anahtarlarını ve bütün kiliselerin idaresini verdi ve onu burada aramızda uzun zaman kalmakla görevli kıldı. Çünkü kutsal şehrimiz Allah’ın nazarında dünyanın geri kalan kısmına eşitti. Petrus’u zikrettiğim için de, İgnatyos’a havarilerin emiri olan Petrus’un halifesi olmak yüceliğinin tacı, beşinci taç olarak giydirildi. Zira eğer siz temelden bir taş kaldırırsanız, binanın zayıflamaması veya tamamen yıkılmaması için mutlaka onun yerine aynı büyüklükte ve aynı kuvvette bir taşı koymalısınız. Aynı şekilde Petrus kilisemizden uzaklaşmak zorunda kalınca kutsal ruhun nimeti hak edişte ona eşit bir yol göstericiyi bize ihsan etti ki, onun yerine gelenin zayıflığı nedeniyle bina sağlamlığından bir şey kaybetmesin. O halde aziz şehidimiz için beş taç sıraladık. Birincisi işgal ettiği makamın ehemmiyeti, ikincisi onu bu göreve yükseltenlerin kadri, üçüncüsü çağının önüne çıkardığı zorluklar, dördüncüsü idaresini yüklendiği şehir ve beşincisi de kendisinden sonra bu şehrin episkoposluğunu idare etmeyi ona yükleyen büyük şahsın faziletleri. Bu taçlara birçoklarını daha ilave etmek isterdim ama bütün vaktimizi İgnatyos’un episkoposluğu ile meşgul etmek istemiyorum. Geriye onun şehit edilişine bakmamız kalıyor. Burada onun yüce mücadelelerine geçiyorum. Kiliseler üzerine büyük bir savaş kol geziyordu. O dönemde bütün yeryüzü en çirkin zulümlere kurban verdi. Ve bütün müminler genel yerlerden kovuldular ve hiçbir suçları yoktu. Ama onlar yüzlerini saçma ve boş aldatmalardan çevirdiler ve iman yolunda yürüdüler. İblislerin hurafelerini reddedip Allah’a tam bir inançla bağlanıp Biricik Oğluna tapındılar. Dinin bu gayret sahibi kişileri hak ettikleri şekilde ödüllendirmesi, sevinci ve övgü yüceltmelerini arttırması gerekir. Bu aynı din için imanı sahiplenen o kahramanlar ve özellikle de kilise reisleri binlerce darbe, tenkil ve işkence türleri ile cezalandırılıyordu. Çünkü hile ve kötülük dolu olan şeytan, kilise çobanlarını dağıtmasının sonuçta onların sürülerinin dağıtılmasını kolaylaştıracağı ümidindeydi.

Ama kötülerin amaçlarını rezil eden, şeytana kilise idaresini insanların değil, imanlıların bütün kiliselerdeki durumunu yönetenin, önderlerin işkencelere maruz kalmasına izin verenin Allah olduğunu ve hatta onların ölümlerinin dini söndürmeye yeteceği ve İncil’in yayılmasını zayıflatacağı konusundaki tanıklıklarda, bu dinin ülkesini genişlettiği ve bu din hizmetkarlarıyla birlikte bu inanç sisteminin beşeri bir öğreti değil gökten fışkıran bir kaynak olduğunu ve bütün kiliselere Allah’ın hakim olduğunu ve yüce Allah’a karşı savaşanlar için zafer sancağının dikilmesinin mümkün olmadığını gerçek bir şekilde öğretmekten başka bir şey yapmamıştır. İkinci yalan da şeytanı ilk yalanından döndürmeyen aldatıcılığı da kilise başkanlarının kanlarının, yönettikleri kiliselerde akmasını istemediği, onları uzak yerlere taşıyıp oralarda her kötülüğü onlara mübah gördüğü ve onların en çok ihtiyaç duydukları yaşam şartlarını ellerinden alarak azim ve kararlılıklarını zayıflatacağı ve uzun yolculukların onları yoracağı düşüncesiyle kendi kendini aldatmasıydı. Antakya ve Roma arasındaki uzak mesafe nedeniyle onu buna mecbur etmekle Aziz İgnatyos’a da aynı şekilde muamele etmiştir. İşte bu hilekar yolculuğun ağır ve ızdıraplı meşakkatleriyle Aziz İgnatyos’un direncini kıracağını ümit ediyordu. Ama bu yolculukta İsa Mesih’e refakat eden bu azizin daha çok çelikleştiğinin farkında değildi. Kiliseleri imanda güçlendirdi ve bununla da kendi nefsinin gücünü göstermiş oldu. Bu saygın ve savaşçı kahramanı selamlamak için bütün şehirler her taraftan onun yoluna akın ediyordu. Ona her türlü geçim malzemelerini sunuyor, dua ve imanlarıyla ona yardım ediyorlardı. Ve bu şehidin hristiyanlık şevki ile göksel egemenliğe davetli olarak ölüme gittiğini görmekle büyük bir teselli hissediyorlardı. Yolculuğu ile hareketliliğinin ateşi ve yüzünün tatlılığı bu şehir halklarına onun ölüme değil yaşama, göksel hayata gitmekte olduğunu öğretti. Söylemleri ve yaptıkları halkları bilinçlendirdi. Öyle ki Pavlus konusunda Yahudilere olan, yani hristiyanlığın lideri Pavlus’u kelepçelerle ölüme gönderdiklerinde onun ve öğretisinin yok olacağı kanısındaydılar. Aynı şey daha şiddetli bir olgu ile İgnatyos’a zulmedenlerin başına geldi. Çünkü İgnatyos yalnız Roma halkına değil bütün geçtiği şehirler için mucizevi bir önder oldu. Halka, fani hayata bir ağırlık vermemeyi, görünen durumlara değer vermemeyi yalnızca gelecek olan iyilikler konusunda rahat olmayı öğretti. Gözlerini korkusuzca göklere kaldırmalarını ve bu yaşam ile onun meşakkatlerinden ve daha beterinden korkmamayı öğretti. Bu ve benzeri nasihatleri geçtiği bütün şehirlerin halkına gayretle anlattı. Doğudan çıkıp batıya doğru yol alan ve bizleri aydınlatan yıldızdan daha fazla ışınlar yayan bir güneşe benzerdi. Çünkü bu yıldız görünen ışınlar veriyordu. Oysa İgnatyos ruhani bir nur ile aydınlatan ve ruhları paklayan bir şekilde dünyaya doğdu. Güneş batıya doğru indikçe kaybolur ve dünyayı karanlıkta bırakır. Ama İgnatyos aynı yere olan gidişiyle yolundaki herkesi ısıttı ve aydınlattı. Roma’ya girince bu putperest şehre hristiyanlık felsefesini öğretti. Ve Allah da onun son günlerinin burada olmasını istedi ki ölümü bütün Romalılar için misal olsun. Allah’ın nimetiyle imanda güçlü olan sizlerin ikna olmanız için ispatlara delillere ihtiyacınız yok. Ama küfrün aldatıcılığına batmış olan Romalıların çok yardımlara ihtiyacı vardı. Petrus ve Pavlus ve onlardan sonra da İgnatyos Roma’da kurban edildi. Ya putlara sunulan kurbanların kanlarının kirliliğine bulanan Roma’yı bu kirlilikten kanlarıyla temizlemek ya da, haça gerilmiş olan İsa Mesih’in dirilişine eylemsel deliller sunmak için bunlar yapıldı. Zira Romalılar İsa Mesih’e olan aidiyetlerine ve onu göklerde göreceklerine inanmasalardı şimdiki hayata bir nefse saygı duyarak hakaret etmediklerini hissederler. Evet boğazlanmış olan İsa Mesih’in dirilişine bizim için en kuvvetli delil, onun ölümünden sonra kudretini gösterip yaşamakta olanları vatanları, evlerini, dostlarını, yakınlarını ve hayatlarını onun adını itiraf etme yolunda feda etmeye, kırbaçlanmayı meşakkatlere karşı mücadeleyi, dövülmeyi ve ölümü dünya zevklerine tercih etmeye ikna etti. Bu kudretin mucizeleri mezarında ölü olarak yatan bir insanın yapacağı şeyler değildir. Aksine bunlar, bir daha ölmemek üzere dirilen bir ilahın eylemleridir. Neden? İsa Mesih dünyada iken resuller onunla birlikte olmanın yararını görüyorlardı. Ve haç üzerindeki ızdırapları başlayıncaya kadar ondan hiç ayrılmadılar. Fakat ölümünden sonra yalnız Petrus ve Pavlus değil, İsa’yı hiç görmeyen ve onunla birlikte bulunmayan İgnatyos ile bütün havariler onun sevgisi uğruna olan mücadelelerinin açık delillerini ortaya koymuşlardır. Onun için hayatlarını feda ettiler. Bu hayal edilebilir mi?

            5. Romalıların fiili olarak öğrenmeleri için Allah, İgnatyos’un günlerinin Roma’da son bulmasını istedi. Onun ölümü size sunduğum hakikatin delilidir. Sözün doğrusu, onun ölümüne şehrin surları dışında veya bir hapiste veya şehirden uzak bir yerde karar verilmedi. Şehitlik acılarına, oyun arenasında bütün halkın gözü önünde vahşi hayvanlarca nasıl parçalandığının seyredilmesi şeklinde katlandı. Bu şekilde öldü. Ve bütün şahit olanlar huzurunda karşılaştığı tehlikelerle şeytana karşı olan bu zaferinin bayrağını yükseltmesiyle de hepsi onun bu verdiği savaşın da onun gibi olmak için sevinç duydular. Çünkü ölümü kolaylaştırdığı o cesaretiyle hepsini dehşete ve galeyana boğdu. Vahşi hayvanlara, bu hayattan kopup ayrılacakmış gibi değil, aksine ruhanilikte daha üstün bir hayata davet edilmiş gibi mütevazi ve huzur içinde olan bir gözle bakıyordu. Bunu bize gösteren neydi? Bize bunu, ölümünden önce nasıl bir şekilde öldürüleceğini öğrendiği zaman söylemiş olduğu sözler gösteriyor. Şöyle dedi: Öyleyse vahşi ve parçalayıcı hayvanlarla mutlu olacağım. Bu sözler sevdikleri uğruna acılar çekmeyi sevinçle kabullenenlerin halidir. Onlar uğruna ne zaman belalar ve zorluklara katlanırlarsa gayelerine eriştiklerine olan inançları artar. Aziz şehidimizin başına gelen de budur. Resullerin yalnız ölümlerine değil onların bu konudaki arzu ve kıskançlıklarına da ateşli bir şevkle alevleniyordu. Onların kırbaçlanarak yargı meclislerinden çıktıklarını biliyordu. Ölürken, öğretmenleri gibi coşkuyla ölmeye cesaretle hazırlanıyordu. Onun için şöyle dedi: Vahşi ve parçalayıcı hayvanlarla mutluluğa kavuşacağım. Ve o vahşi hayvanların dişleri ona zalimlerin dillerinden daha latif geliyordu. O diller ki onu cehennem ateşine düşürmeyi istiyordu. Ama vahşi hayvanların dişleri ise onu göklerin sahibi eyleyecekti. Roma’da hayatını bitirince daha doğrusu Roma’da göksel egemenliğe kavuşunca bu şehre, mücadelelerin ödülü olarak şehitlik tacı ile geri döndü. Onu birçok şehirlere dağıttıktan sonra tekrar bu şehre iade etmek ilahi inayetin gayesiydi. Roma onun iman yolunda akıtılmış olan kanını karşıladı, sizlerde onun cesedinden geriye kalan ve korunmuş olan değerli artıklarını burada saygıyla anıyorsunuz. Geçmişte onun episkoposluğundan burada sizler yararlandınız, Romalılar da ülkelerinde şehit edilişiyle ondan yararlandılar. Mücadelesini, zaferini ve ödül tacı kazandığını gördüler ve sizler de şimdi onu sonsuza kadar koruyorsunuz. Ve onun sizlerden kısa bir süre soyutlayan Allah onu sizlere yüceliğin örtüsüyle gölgelenmiş olarak iade etti. Ve birinden borç para alan birisinin bu borcunu faiziyle birlikte sahibine iade etmesi gibi, Allah’ta aynı şeyi yaptı ve onu sizlerden bir süreliğine aldıktan sonra ruhsal bir define olarak Roma’ya daha parıldayan ve daha da büyük bir şekilde iade etti. Onu bir episkopos olarak gönderdiniz ve bir şehit olarak karşıladınız. Onu güvenle çevrelenmiş olarak gönderdiniz ve birçok taçlarla ödüllendirilmiş olarak karşıladınız ve onu yalnız siz değil, onun güzergahı üzerindeki bütün şehirler bu şekilde karşıladı. Onun kutsal beşeri cesedinden kalan artıkları nasıl bir şefkat duygularıyla karşıladıklarını tahmin ediyorsunuz? Nasıl bir sevinçti onların sevinci? Nasıl bir coşkuydu? Zaferinin taçlarıyla süslenmiş olan bu kahramanı hangi sevinç nidalarıyla selamladılar? Nasıl ki değerli bir yarışçı rakiplerini yener ve meydandan mutlulukla ayrılır ve seyirciler onu taşkınlıklarıyla omuzlarında ayakları yere değmeden taşırlar ve ona övgüler sunmada yarışa girerler, aynı şekilde Roma’dan Antakya’ya kadar olan bütün şehirler bu mutlu büyük alimimizi halkının omuzlarında, alnında zafer tacıyla süslenmiş olarak bizlere iade etti. Ve herkes onu övgülere boğdu. Ve savaşlardaki en yüce yargıca şükürler sunarak şeytanı aşağıladılar. Çünkü şeytanın hileleri onu sarmıştı ama şehidin ayakları altına kurduğu tuzağa kendisi düştü. Ve o zaman şehit episkoposumuz geçmiş olduğu ve onlara kurtuluş öğretisini verdiği şehirleri mutluluğa ortak eyledi. Ve o zamandan şu ana kadar Antakya şehrine zenginlik verdi. Çünkü muazzam ve her gün ondan yararlanılan bir hazineye benzedi. Ve hala onu sahiplenenlere en güzel zenginliği vermeye devam ediyor. Bu şekilde Aziz İgnatyos ona gelenleri reddetmiyor, onları bereketlere boğmakla kalmıyor, onları güven, cesaret ve yüksek moralle dolduruyor. Bugün ona yalnız sığınmakla yetinmeyelim, ruhani meyveleri onun vasıtasıyla toplamak için her gün ona gelelim. Hangi insan, evet hangi insan ona imanla yaklaşırsa mutlaka en büyük faydalara nail olacaktır. Çünkü azizlerin yalnız cesetleri değil mezarları da ruhsal nimetlerle doludur. Peygamber Elişa’nın esvabına bir ölünün dokunması ölümün bağlarını koparıp diriltiyordu. Nimetin daha çok bol olduğu ve kutsal ruh inayetlerinin etkisinin çok daha belirgin olduğu daha münasip bir sebep vardır şimdi. Her kim azizlerin mezarlarına dokunursa mutlaka daha çok güç kazanacaktır. Rab bize onların yaralarında ateşlenen kıskançlık ruhunu bizlerin içimize üflemek için onların cesetlerinin değerli artıklarını korumuştur. Bizlere acı veren belalarda teselli bulmak ve sığınacak bir liman olarak onları bize sundu. İşte böyle siz ey zorlukların ve hastalıkların, acıların ve zulümlerin hedefi olanlar veya günahın dalgalarında batmış olanlar bu artıklara imanla yaklaşınız, üzerinizdeki bütün yükler kaldırılır, rahat ve huzur içinde ayrılırsınız. Ruh ve vicdan, bir alim liderin cesedinin artıklarına yalnızca bir bakışla hafifler ve canlanır. Daha doğrusu yalnızca dertliler değil, huzur içinde olan alçakgönüllüler, mutluluğun yüceliğinde ve güçlü olanlar veya Allah’a sonsuz güven duyanlar da, bu aziz şehidimizin mezarına yaklaşmaktan ümit edilen yararların büyüklüğünü küçümseyip hakir görmesinler. Yalnız başına bu bakış ve yaklaşım, onlara arta kalan iyiliklerin bekasını gerçekleştirir. Çünkü ona yüce faziletleri anımsatır. Ve bununla onu mutedil olmaya ve şahsi hak ettikleri ile başarıları veya iyilik eylemleriyle övünmemeye sevk eder. Hal böyleyken mutluluk içinde olup da yaşadıkları dünya refahı ve bolluğunun beğenisi içinde olmadıklarını iddia edenlerin ki fayda olmayıp fayda azlığıdır. Bütün fayda onların bu hallerini doğru ve olgun bir şekilde nasıl sağlamlaştıracaklarını bilmeleridir. O halde burada herkese yararlı bir hazine vardır. Burada ezilmişlerin bu hallerinden kurtuluş bulacağı, mutlularında saadetlerini sürekli kılacak, hastaların sağlığa kavuşacağı, sağlıklı olanlarında hastalığı onlardan uzak tutacak kolay ve latif bir sığınak vardır. Bu fikirler aklımızı karıştırırsa da, bu mezarı dünyevi zevklerden ve her tür beğeni ve sevinçten üstün tutalım ki, ondan zenginliğe nail olabilelim. Azizlerin eriştiği saadet merkezine çıkalım. Saadetin merkezine ulaşalım dedim, bu azizlerin şefaatleri ve her zaman Baba ve Kutsal Ruh’la yüceltilen Rabbimiz İsa Mesih’in nimet ve iyilikleriyle bu merkeze ulaşalım. Şimdi her zaman ve ebediyen. Amin.

                                          
 

Íçindekiler / BÖLÜM 2

11-11-2010 tarihinde yazéldé.

11-11-2010 tarihinde güncellenmiştir.

SAYFA BAŞINA DÖN