(Vasilius, Manastır Kuralların, 2, 1)
Bizdeki Allah’ı sevmek arzusunu içimize koyan Tanrı’dır.
Allah’a karşı olan sevgi dışarıdan zorlanamaz. Çünkü kimse bize ışıktan yararlanmayı, yaşamı sevmeyi, bizi dünyaya getirenlere veya bizi büyütmüş olanlara muhabbet duymayı öğretmemiştir. Aynı şekilde, yada daha da geçerli olarak, Allah arzusu dışarıdan gelen bir eğitimle öğrenilmez; bu canlı varlık (insan, demek İstiyorum) var olmaya başladığı andan itibaren, kendisinde sevginin derin prensibini bulunduran bir tür tohum içimize konmuştur. Bizim onu, Allah’ın buyruklarının okulundan toplamamız, onu ihtimamla yetiştirmemiz, onu akılla beslememiz ve, Allah’ın inayetiyle, onu mükemmel şekline götürmemiz gerekir.
Gayretinizi onaylıyorum. bu amaca erişmek için o gereklidir. Eğer Allah bize onu ihsan ederse ve dualarımızın yardımıyla Kutsal Ruh’un bize bunun için vereceği kuvvet ölçüsünde içimizde bulunan ilahi sevgi kıvılcımını uyandırmayı deneyeceğiz.
Önce şunu söylemeliyiz ki Allah’tan, bize verdiği bütün emirlerden evvel, bunları yerine getirebilmek güç ve yeteneğini almış bulunuyoruz; böylece, ne sanki bizden işitilmedik bir şey isteniyormuş gibi isyan etmemiz, ne de sanki almış olduğumuzdan daha fazlasını veriyormuşuz gibi mağrur olmamız gerekir. Eğer bu güçleri dürüstçe ve gerektiği gibi kullanırsak, erdeme göre kutsal bir şekilde yaşarız; fakat bunlardan kötü bir şekilde yararlanırsak, sefahat içine düşeriz.
Kötü alışkanlık şu şekilde tanımlanır: Allah’ın bize iyilik yapmak için vermiş olduğu yetenekleri, onun buyruklarına aykırı olarak, kötülük yapmak için kullanmak. Aksine, Allah’ın bizden beklediği erdem, bu aynı yetenekleri Allah’ın buyruğuna göre, doğru bir vicdanın etkisi altında kullanmaktır. Böyle olunca, sevgi hakkında da aynı şeyi söyleyeceğiz. Allah’tan onu sevmek emrini almakla, daha başlangıcımızda, onu sevmek yeteneğini almış bulunuyoruz. Bu bize harici delillerle gösterilmiş değildir. Herkes bunu kendisi ve kendi içinde öğrenebilir. Her ne kadar aynı bir şey şu ve bu kimseye iyi ve güzel olarak görünmüyorsa da, tabiatımız gereği olarak iyi ve güzel olanı arzu ediyoruz. Ana babamızı ve yakınlarımızı sevmeyi bize öğretmelerine ihtiyacımız yok ve bize iyilik yapanlara kendiliğimizden teveccüh gösteriyoruz. Şimdi, size soruyorum, ilahi güzellikten daha çok hayranlık uyandıran hiç bir şey var mıdır? Allah’ın ihtişamından daha çok hoşa gitmeye layık ve daha güzel bir şey tasavvur edilebilir mi? Allah’ın her kötülükten arınmış ve içtenlikle "ben sevgi ile yaralıyım" diye bağıran ruha ilham ettiği arzu gibi güçlü ve şiddetli bir arzu var mıdır? İlahi güzelliğin görkemi ifade edilemez ve tasvir edilemez.
(Vasilius, Manastır Kuralları, 2.24)
Allah’ın en büyük armağanı.
Hangi sözler Allah’ın nimetlerini layıkıyla açıklayabilir? Sayılarını hesap etmek mümkün değildir. Büyüklüklerine gelince, öyledir ki onlardan bir teki, bizleri, onu aldığımız kimseye karşı bütün şükranlarını ifade etmek zorunda olan borçlular yapmaya yeter. İşte unutmak kesin olarak imkansız bulunan, zeka ve sağlıklı akıl sahibi olan hiç kimsenin sözünü etmeden geçemeyeceği ve bununla beraber hiç kimsenin gerektiği gibi hakkında konuşamayacağı iyilik. Allah insanı kendi suretinde ve kendisine benzer olarak yaratmıştı; kendisini tanımaya onu layık kılmıştı; onu akılla donatmak suretiyle öteki hayvanların üstüne yerleştirmişti; cennetin hiç bir şeyle kıyaslanamayacak güzelliklerinden istifade imkanını ona vermiş ve onu yeryüzünde bulunan her şeyin hakimi yapmıştı. Sonra insan yılanın onu aldatmasına göz yumdu, günaha ve günah yüzünden ölüme ve ona götüren bütün dertler içine battı. Bununla beraber Allah onu terk etmedi. Önce ona yardım için Yasayı verdi; onu muhafaza etmesi ve ona ihtimam göstermesi için bazı melekleri görevlendirdi; onu kötülüğünden dolayı kınamaları ve ona fazileti öğretmeleri için Peygamberler gönderdi; tehditlerle onun kötülük eğilimlerini kırdı ve vaatlerle onu iyiliğe düşkünlüğünü uyardı ve sürekli olarak, çeşitli örneklerle bu iki yolun nerede bittiğini gösterdi. Bütün bu iyiliklerden ve daha pek çoklarından sonra bizler itaatsizlikte direnirken, Allah bize sırtını dönmedi. Hayır, Allah’ın iyiliği bizi terk etmedi ve, biz onun gösterdiği her türlü ilgiye duyarsız kalarak velinimetimize saygısızlık etmiş olduğumuz halde, bize karşı olan sevgisini köreltmiş olmadık. Tamamen aksine, Rabbimiz Mesih İsa aracılığı ile ölümden çekip çıkarıldık ve hayata kavuşturulduk. Burada, onun bizi iyiliklere boğması şekli daha da hayranlık uyandırıcıdır Allah’ın durumunda bulunan O, Allah’a eşit şekilde muamele görmek hakkını iddia etmeyi uygun bulmadı; fakat aksine hizmetkar durumunu alarak, bundan kendi kendine vazgeçti.
Ayrıca, acılarımızı üzerinde taşıdı, hastalıklarımızı yüklendi, biz onun yaralarıyla şifa bulalım diye bizim için yaralandı. Bizim için kendisi lanetli olarak bizleri lanetli olmaktan kurtardı. Bizi görkemli yaşama kavuşturmak için, en şeref kırıcı ölümü kabullendi.
Ölmüş olanları hayata iade etmek ona yetmedi; onlara karşılıksız olarak ilahi saygınlığı verdi ve ebedi istirahatta onlara insanın tasavvur edebileceği her şeyi aşan bir mutluluk hazırladı.
Acaba biz Rabbe, bütün bize verdiklerine karşılık ne veriyoruz? O öyle iyi ki bütün bize verdiklerine karşılık olarak hiç bir şey istemiyor, sevilmek ona yetiyor. Bana gelince, hissettiğimi söyleyeyim, bütün bunları hatırladığımda, korkuya ve dehşetli bir şaşkınlığa kapılıyorum ihmalkarlığımla veya boş şeylerle uğraşa uğraşa, Allah’ın sevgisini kaybetmekten ve Mesih için bir utanç konusu olmaktan korkuyorum.
(Vasilius, Alçakgönüllülük Üstüne vaaz, 3).
Bizim gururumuz, Mesih’in haçıdır.
Bilge kişi bilgeliğinden dolayı övünmesin, yiğit kişi yiğitliğinden dolayı övünmesin, zengin kişi zenginliğinden dolayı övünmesin! O halde gerçek övünce nerededir ve insan ne ile gerçekten büyüktür? Peygamber şöyle cevap veriyor: Övünmek isteyen kimse, eğer benim Rab olduğumu kabul eder ve anlarsa övüncesini bulacaktır. İşte insanın soyluluğunun ne olduğu, işte övüncesinin ve büyüklüğünün ne olduğu, büyük olanı gerçekten tanımak ve kendini onunla birleştirmek ve övüncesini Allah’ın görkeminde aramak. Gerçekten Havari, Mesih bizim bilgeliğimiz için, bizim adaletimiz için bizim kutlulaşmamız, bizim kurtulmamız için gönderildi dedikten sonra şöyle der: övünen kimse Rabde övünsün.
İşte Allah’ta mükemmel ve tam gururumuzun ne olduğu kendi adaletinden gururlanmamak, kendisinin gerçek adaletten yoksun olduğunu bilmek ve adaletini sadece Mesih’e imanda bulmak. Pavlus bununla övünmektedir, çünkü o, kendi adaletini küçümsemektedir: Mesih’i tanımak, onun dinilişinin kudretini hissetmek ve ölüler arasından dirilmeye erişmek ümidiyle onun ölümünü tekrarlayarak onun çektiği acılara katılmak için, Mesih tarafından verilen, Allah’tan gelen ve imandan ibaret olan o adaleti aramaktadır.
Böyle olunca, gururun bütün iddiası çökmektedir. Artık sana, ey zavallı insan, övünebileceğin, gururunu ve umudunu üzerine yerleştirebileceğin hiç bir şey kalmıyor. Sana kalan, sadece, bütün sahip olduğun şeyleri köreltmek, müstakbel yaşamını Mesih’te aramak oluyor. Ona önceden sahibiz, şimdiden oradayız, çünkü bizler tamamıyla Allah’ın bize verdiği lütufla yaşıyoruz.
Kuşkusuz, bizde iradeyi ve eylemi hasıl eden, Allah’ın eylemidir, çünkü o bizim iyiliğimizi istemektedir. Ayrıca Allah bize Ruh’u aracılığı ile görkemimizi hazırlayan hikmetini açıklamaktadır. Çalışmalarımızda ihtiyacımız olan gücü bize veren Allah’tır. "Onların hepsinden fazla çalıştım, diyor Aziz Pavlus, ben değil, benimle birlikte olan Allah’ın lütfu." Allah bizi, her türlü beşeri ümidin ötesinde, bütün tehlikelerden kurtardı. Ölüm ilamımızı içimizde bulmuştuk, diyor Aziz Pavlus. Böylece artık güvenimiz, kendimiz üzerine dayanmak değil, ancak ölüler arasından dinilen Allah’a dayanabilirdi. Bizi böyle bir ölümden koparan ve ondan koparacak olan O’dur; ümidimizi O’na bağladık; O’ bizi yine onun elinden koparacaktır.
(Vasilius, Zenginlik Üstüne Vaaz, 6, 1.6)
Haydi! Servetini bin bir şekilde dağıt, mutsuzlar için yaptığın masraflarda eli açık ve muhteşem ol.
Beni dinleyen sen, toprağın yaptığı gibi yap. Onun gibi ürün ver, cansız doğadan aşağı görünme. O, ürünlerini onlardan kendisi yararlanmak için değil, sana hizmet için besliyor. Sen ise aksine, gösterdiğin iyilikseverliğinin bütün ürünlerini kendin için topluyorsun, çünkü hayır işleri dolayısıyla hak edilen ödül, iyilik yapanlara aittir. Sen aç olana verdin, fakat verdiğin şey sende kalıyor ve hatta faizi ile birlikte sana geri geliyor. Nasıl ki buğday toprağa düştüğü zaman onu eken kimseye iyilik sağlarsa, aynı şekilde karnı aç olan kimseye sunulan ekmek daha sonra sana çok yarar sağlayacaktır. Toprağı işlemeyi bitirdiğinde, semavi ekinler başlayacaktır. Kutsal Kitabın dediği gibi, adalet tohumları elcin.
İstemesen de, paranı bu dünyada bırakacaksın. Aksine, çevrende toplanmış bütün bir halk, ortak Yargıcın önünde sana, geçim sağlayan, iyilik yapan, diyerek, insanlara karşı iyiliği niteleyen bütün ünvanları sana verdiğinde, yapılmış iyi işlerle hak edilen şerefli Efendi’nin önüne götüreceksin.
Tiyatroda, servetlerini boks şampiyonlarına, komedyenlere, vahşi hayvanlarla mücadele eden ve manzarası bile insana tiksinti veren insanlara atan kimseleri görmüyor musun? Onlar bu israfı bir anlık böbürlenme için, kalabalığın bağrış ve alkışlamalarını kazanmak için yaparlar. Sen ise, sana o kadar büyük bir şeref sağlayacak masrafı mı kısıyorsun? Allah seni onaylayacak, melekler seni alkışlayacak, dünyanın yaradılışından beri bütün insanlar seni çok mutlu olarak ilan edeceklerdir. Geçici servetleri iyi bir şekilde kullandığından dolayı seni ödüllendirmek için sana ebedi şan ve şeref, adalet tacı Göklerin Krallığı verilecektir. Fakat bütün bunlar seni lakayt bırakıyor ve buradaki kimselere bağlılıktan dolayı ümit etmen gereken zenginlikleri küçümsüyorsun. Haydi! Servetini bin bir şekilde dağıt, mutsuzlar için yaptığın masraflarda eli açık ve muhteşem ol. O zaman senin için şöyle diyeceklerdir, yoksullara avuç dolusu veriyor, onun adaleti ebediyen kalacaktır.
Zengin olan ve yoksulu iten sen, velinimetin olan yoksula karşı ne kadar müteşekkir olmalısın, sana verilen şereften dolayı ne kadar sevinçli ve gurur içinde olmalısın, çünkü başkalarının kapısına gidip istemek ihtiyacında değilsin, zira başkaları senin kapını kuşatıyorlar. Fakat asık suratlı ve yanına varılmazsın. En ufak bir sadakayı elinden çıkarmak zorunda kalmamak için bütün karşılaşmalardan kaçıyorsun. Sadece tek bir söz biliyorsun: "hiç bir şeyim yok, hiç bir şey vermeyeceğim, çünkü yoksulum." Evet, yoksulsun, hiç bir malın yok; sevgi fakirisin, iyilik fakiri, Allah’a iman fakiri, ebedi umut fakirisin.
(Vasilius, Kutsal Ruh üstüne Vaaz, 9, 22-23)
Ruh’un armağanları
Acaba kim, Ruh’a verilen isimleri işitip de düşüncesini yükseklere yöneltmez, tefekkürünü en yüce olana doğru yükseltmez? Çünkü şöyle deniliyor Allah’ın Ruh’u, Peder’den kaynaklanan gerçek Ruh’u, sarsılmaz Ruh, yöneten Ruh. "Kutsal Ruh" onun asıl ve özel adıdır.
Kutsallığa ihtiyaç duyan bütün varlıklar ona doğru dönen Erdem’e göre yaşayan bütün kimseler, onun soluğu ile serinlemek ve kendi tabiatlarına uygun olan özel amacı aramada yardım görmek için, onu arzularlar.
Kutsallık kaynağı, anlamakla kavranabilir ışık olan O, varlığı ile, gerçeği keşfetmek isteyen her rasyonel güce bir tür aydınlık sağlar. O, tabiatı itibariyle erişilmezdir, fakat onun iyiliği kavranabilir. O, her şeyi gücü ile doldurur, fakat sadece buna layık olan kimselerle iletişim kurar, ve bunu tek tip bir ölçüde değil, etkisini imanla orantılı olarak göstermek, dağıtmak suretiyle yapar.
Cevheri itibari ile basittir, fakat kendini çeşitli mucizelerle gösterir. Bütünüyle herkeste mevcuttur, fakat bütünüyle her yerdedir. Bölünür, fakat bundan hiç bir zarar görmez. Kendisinin paylaşılmasına izin verir, fakat bütünlüğünü muhafaza eder tıpkı lütfu, tek başına imiş gibi ondan yararlanan kimsede mevcut bulunan, fakat bütün yeryüzü ve denizin üzerinde parıldayan ve havaya karışmış olan bir güneş ışını gibi.
Bu şekilde Ruh, onu alabilen kimselerin her birinde sanki o kimse yalnız başına imiş gibi mevcut bulunup, lütfu tümüyle herkesin üzerine saçar. Buna katılanlar, tabiatlarının imkan verdiği ölçüde ondan yararlanırlar, yoksa onun kendisini verebildiği ölçüde değil. Onun sayesinde yürekler yükselir, zayıflar ellerinden tutularak götürülür, ilerleme gösterenler mükemmel olur. O, kendilerini bütün kirlerden arındırmış olan kimselerin içinde parıldayarak, onları, kendisiyle kurdukları komünyon’ la tinselleştirir.
Tıpkı temiz ve şeffaf olan nesnelerin, üzerlerine bir ışın düştüğü vakit kendilerinin de ışık saçar hale gelmeleri ve kendilerinden bir başka ışık çıkarmaları gibi, aynı şekilde Ruh’u içlerinde taşıyan canlar, Ruh ile aydınlatılınca, kendileri de tinsel olur ve başkalarına lütfu iletirler.
Geleceğin öngörülmesi, gizemlerin anlaşılması, gizli şeylerin kavranması, tinsel armağanların dağıtılması, semavi vatandaşlık, meleklerle dans, sonsuz sevinç, Allah’ ta barınak, Allah’la benzerlik ve arzu edilebilecek olanın eti fazlası Allah olmak, bütün bunlar buradan gelmektedir.
(Vasilius, Kutsal Ruh Üstüne Vaaz, 15,35)
Biz onun ölümünün içinde vaftiz olduk.
Kurtarıcımız Allah’ın, insanın yararına olan niyeti, onu sürgününden geri getirmek, onu itaatsizliğinin sebep olduğu uzaklaşmadan çıkararak Allah’ın yakınına geri döndürmekten ibarettir. Mesih’in beden içinde gelişinin, mükemmel yaşam örneklerinin, acılarının, haçının, gömülüşünün, dirilişinin nedeni budur: Mesih’i izlemek suretiyle kurtulan insanın, başlangıçtaki evlatlık durumuna yeniden kavuşması.
O halde, mükemmel bir hayat için, Mesih’i sadece hayatında bulunan tatlılık, alçak gönüllülük, sabır örneklerinde değil, Mesih’in izleyicisi aziz Pavlus’ un dediği gibi, ölümünde de taklit etmek gerekir benim de ölüler arasından dirilmeye erişebilmem ümidiyle bende onun ölümünü yeniden meydana getirmek.
O halde ölümünde ona benzemek nasıl olacaktır? Vaftizle kendimizi onunla birlikte gömmek suretiyle. Fakat kendimizi nasıl gömeceğiz? Bu taklitten ne avantaj elde edilecek? Önce geçmiş hayatın akışını kesmek gerekir. Bu, Rabbin sözüne göre, yeniden doğmaksızın mümkün değildir. İkinci doğum, kelimenin de belirttiği gibi, bir başka hayatın başlangıcıdır. Öyle ki, bu başka hayata başlamak için, öncekine son vermek gerekir. Stadyumdaki ikili koşuda, bir durak, kısa bir dinlenme, gidişi gelişten ayırır aynı şekilde, yaşam değiştirildiğinde, bir öncesine son vermek ve daha sonra gelene başlamak için, iki hayat arasına bir ölümün girmesi gerekli görünmektedir.
O halde ölüler diyarına inmek nasıl başarılacaktır? Vaftizle Mesih’in gömülüşünü taklit etmek suretiyle. Gerçekten, vaftiz olanın bedeni, bir tür, suya gömülmektedir. Dolayısıyla, vaftiz, simgesel olarak, bedene göre bir yaşamın bırakılmasını telkin etmektedir.
Havarinin dediği gibi, sizler insan elinin eseri olmayan ve sizi et bedenden soyan bir sünnet geçirdiniz. Bu, Mesih’ten gelmiş olan sünnettir; sizler vaftizle onunla birlikte gömüldünüz. Vaftiz, deyim yerinde ise, ruhu bedensel düşüncelerden gelen kirden temizlemektedir, tıpkı yazılmış olduğu gibi, "beni yıkayacaksın ve ben kardan daha beyaz olacağım." Bu nedenle kurtuluş sağlayan tek bir vaftiz tanıyoruz, çünkü dünyanın kurtulması için tek bir ölüm ve ölülerin tek bir dirilişi var ye her ikisi de vaftizle temsil edilmiştir.
(Vasilius, Kutsal Ruh Üstüne Vaaz, 15,35-36)
Sudan ve Ruh’tan yeniden doğmak.
Bize yaşamı sağlayan Rab bizimle bir ahit yaptı bir ölüm figürü ile bir yaşam figürü içeren vaftiz; ölümün görüntüsünü su gerçekleştirmektedir; ve yaşama gelince, onun ilk armağanını bize sağlayan Ruh’tur. Böylece araştırmamızın konusu tam olarak aydınlığa çıkmaktadır: niçin su Ruh’la birleşmiştir? Çünkü vaftiz çifte bir amaca yöneliktir: ölüm için meyveler taşımasın diye günahkar varlığı güçsüz hale getirmek; aynı zamanda Ruh’la yaşamak ve kutsallığa götüren meyveler taşımak. Bir taraftan, su, bir mezarın içine girermiş gibi bedeni içine almak suretiyle ölümün görüntüsünü sunmaktadır; öte yandan, Ruh, günahın ölümünden ilk yaşama geçirdiği canlarımızı yenileyerek yaşatan gücü vermektedir. Demek oluyor ki "sudan ve Ruh’tan doğmak" budur ölüm suda gerçekleşmekte ve hayatımızı hasıl eden Ruh’tur.
Ölüm figürü temsil edilebilsin ve Allah bilgisinin iletilmesiyle vaftiz olanların ruhları aydınlansın diye, üç kez daldırma ve üç kez seslenişle büyük vaftiz gizemi gerçekleşmektedir. Böylece, eğer suda bir lütuf varsa, o, suyun tabiatından değil, Ruh’un orada mevcudiyetinden gelmektedir. Çünkü vaftiz, dıştaki bir kiri ortadan kaldırılması değil, doğru bir vicdanın Allah’a karşı taahhüt altına girmesidir. Demek ki bizi dirilenlerin yaşamına hazırlamak içindir ki Rab, öfkeden vazgeçmeyi, kötülüğe sabırla tahammül etmeyi, zevklerden kendimizi uzak tutmayı, zenginliğe heves etmemeyi emrettiğinde, bize İncil’e göre yaşamayı önermektedir. Böylece, gelecekteki bu yaşamda doğal olarak sahip olacağımız şeyi, özgür bir seçimle önceden benimsediğimizde, bize doğru yolu izletmektedir.
Cennete yeniden dahil olma, göklerin ülkesine doğru çıkış, evlat edinilmiş oğulların yaşamına geri dönüş Kutsal Ruh sayesinde olmaktadır. Onun sayesindedir ki Allah’a, Peder’imiz demek cesaretini gösteriyoruz; O, bize Mesih’in inayetiyle komünyon içinde olmayı, kendimize ışığın oğlu adını vermeyi, ebedi görkeme katılmayı ve, her şeyi tek kelimeyle ifade etmek için, bu asırda ve gelecek asırda her türlü takdise gark olmayı; imanın bizi sahiplenmek için beklettiği, vaat edilmiş nimetlerin güzelliğini, şimdiden mevcut imişler gibi, bir aynada görmeyi sağlamaktadır. Çünkü eğer ilk bağış bu kadar zengin olursa, hepsinin tesliminde ne olacaktır? Eğer ilk ürünler bu kadar güzel olursa, eksiksiz bolluk nasıl olacaktır?
(Vasilius, Kutsal Ruh Üstüne Vaaz. 26.31-64)
Mesih’in Bedenini yaşatan Ruh’tur.
Artık bedene göre yaşamayıp, Allah’ın Ruh’unun yönetimi altında yaşayan kimse, Allah’ın Oğlu diye çağırılan ve Allah’ın Oğlunun suretine uygun hale gelen kimse, bu kimseye "tinsel" adı verilir. Nasıl ki görme gücü sağlıklı gözde bulunursa, aynı şekilde Ruh’un faaliyeti de arınmış candadır.
Nasıl ki söz, ister yürek tarafından düşünülmüş olsun ister dille ifade edilmiş olsun can içinde ise, Kutsal Ruh için de öyledir, ister ruhumuza tanıklık etsin ve yüreğimizde Abba, Peder diye bağırsın ister İsa’nın: Konuşan siz olmayacaksınız, sizde Peder’in Ruh’u konuşacaktır diye belirttiği gibi, bizim yerimize konuşsun.
Ayrıca Ruh, tinsel bağışlarının dağılımına göre, çeşitli parçaları içinde bir bütün olarak görünmektedir, çünkü biz hepimiz birbirimizin üyeleriyiz ve bize bağışlanmış olan lütfe göre çeşitli yeteneklere sahibiz.
Bu nedenle göz ele, benim sana ihtiyacım yok diyemez; aynı şekilde baş ta ayaklara benim sizlere ihtiyacım yok diyemez. Aksine uzuvlar, hepsi birden, Ruh’un birliği içinde, Mesih’in bedenini oluştururlar ve almış oldukları armağanlara göre, karşılıklı olarak birbirlerine gerekli hizmetleri verirler.
Çünkü uzuvları bedene, her birini istemiş olduğu şekilde olmak üzere, yerleştiren, Allah’tır. Bununla beraber, onların birbirlerine karşı muhabbetini doğuran tinsel komünyon gereğince, bütün uzuvlar birbirleri için aynı kaygıya sahiptirler. Bu nedenle eğer bir aza acı çekerse, bütün uzuvlar onun acısını paylaşır; eğer bir aza onurlandırılırsa, hepsi onun sevincini paylaşır.
Bütün içindeki parçalar gibi, her birimiz Ruh’un içindedir, çünkü tek bir beden içinde bulunan biz hepimiz, tek bir Ruh içinde vaftiz olmuş bulunuyoruz.
Nasıl ki Oğul Peder’de görülüyorsa, Oğul da Ruh’ta görülüyor. Demek oluyor ki Ruh’ta ibadet etmek, Samariyeli kadına söylenen sözlerden anlaşılabileceği gibi, düşüncemizin faaliyetinin aydınlıkta cereyan etmesi anlamına gelecektir. Kadın, ülkesinin adetinin etkisi ile yanılarak, ancak belli bir yerde ibadet edilebileceğini sanıyordu. Rabbimiz, Ruh’ta ve Gerçek içinde ibadet etmek gerektiğini belirterek onu yanılgıdan kurtardı; ve Gerçek’ten söz ederken kuşkusuz kendisini kastediyordu.
O halde, nasıl Oğul’da, yani Peder Allah’ın bir suretinde, bir ibadetten söz ediyorsak, aynı şekilde Rabbin uluhiyetini kendisinde gösterende olarak, bir Ruh’ta ibadetten söz edilmektedir.
Kesin ve mantıklı bir şekilde konuşmuş olmak için, biz Allah’ın görkeminin parıltısını Ruh’un aydınlatması sayesinde seyretmekteyiz; onun damgası iledir ki, kendisinin damgası ve tamamen benzeyen mührü olana gidilmektedir.