Kendini Tanrının iradesine terketmek büyük bir
iyiliktir. O zaman yanlızca Rab candadır; Oraya
başka düşünceler girmez. Dua berraklaşır ve
yürek, hatta beden acı çekerken bile Tanrı’nın
sevgisini hisseder .
Bir can kendini tümüyle Tanré’nén iradesine
terkettiği vakit, Rabbin bizzat kendisi ona
kılavuzluk etmeye başlar. Can başka zamanlar
yazılar ve öğretmenler tarafından eğitilirken o
zaman doğrudan doğruya Tanré tarafından eğitilir.
Fakat canén öğretmeninin Rabbin bizzat kendisi
olması ve onu Kutsal Ruh’un inayetiyle eğitmesi
seyrektir. Bunu tecrübe eden ise çok az
sayıdadır : onlar ki yanlızca Tanrénén iradesine
göre yaşayanlardır .
Kibirli insan Tanré’nén iradesine göre yaşayamaz,
keza o kendi kendisini yönlendirmeyi sever.
İnsanın tek akli yoluyla ve Tanré’dan vazgeçerek
kendi kendini idare edemeyeceğini o anlayamaz.
Bende ayné şekilde dünyadayken ve daha henüz
Rabbi ve onun Kutsal-Ruh’unu tanımamışken Rabbin
bizi ne kadar sevdiğini bilmiyordum. Ve kendi öz
aklıma bel bağlıyordum. Fakat Kutsal Ruh yoluyla
Tanré’nén Oğlu Rabbimiz İsa Mesihi tanıdığım
vakit o zaman canım kendini Tanréya terketti. Ve
o zamandan beri başıma gelen tüm tecrübeleri
kabul edip şöyle diyorum : “Rab beni görüyor ,
kimden korkarım ki ?”. Fakat eskiden böyle
yaşayamıyordum.
Kendini Tanrénén iradesine terkeden için yaşamak
çok daha kolaydır, çünki hastalıkta, fakirlikte
ve zulümlerde bile şöyle düşünür : “Bu Rabbin
hoşuna gidiyor ve bende buna günahlarımdan
dolayı katlanmalıyım”.
İşte bir çok yıllardan beri baş ağrısından acı
çekiyorum ve buna tahammülü çok zor oluyor,
fakat bu bana iyilik ediyor, keza can hastalık
yoluyla alçakgönüllü oluyor. Canımın dua etmeye
ve uyanık durmaya azimli bir isteği var, fakat
hastalık bana bunu yapmamı engelliyor, keza
hasta bedenin dinlenmeye ve sakinliğe ihtiyacı
vardır. Rabbe beni iyileştirmesi için çok dua
ettim, fakat Rab duamı kabul etmedi. Bu da bunun
bana yararlı olamayacağının işaretidir .
Fakat başka bir seferde Rabbin beni çabucak
işitip beni kurtardığı da olmuştu: Bir bayram
günü yemekhanede balık servisi yapıyorduk. Yemek
yerken derince boğazımda kalan bir kılçık
yutmuştum. Aziz Pantéléimon’u anıp ondan beni
iyileştirmesini istedim, çünki doktorlar da bu
kılçığı boğazımdan çıkaramıyorlardı. Ve “
İyileştir ” sözcüğünü telaffuz eder etmez canıma
şu yanıtı aldım : “ Yemekhaneden çık, derince
nefes al ve kılçık kanla çıkacaktır demişti ”.
Ve aynésını yapmak üzere dışarı çıktım, derince
nefes aldım, öksürdüm ve büyük bir kılçık kanla
birlikte dışarı fışkırdı. Ve anladım ki Rab beni
baş ağrılarımdan iyileştirmiyorsa böylece acı
çekmenin bana yararlı olacağı anlamına geliyordu
...
Dünyada en değerli şey Tanré’yı tanımak ve kısmi
de olsa onun iradesini sezebilmektir.
Tanré’yı tanıyan can her şeyde kendini Tanré’nén
iradesine terketmeli ve onun önünde korkuda ve
sevgide yaşamalı.
Sevgi, keza Tanré sevgidir. Korkuda, keza her
hangi bir kötü düşünceyle Tanré’ya aykırı
davranmamakta özenli olmak gereklidir.
Ey ya Rab, sen öyle et ki Kutsal Ruh’un
inayetiyle savunulmuş olup senin kutsal iradene
göre yaşayalım.
İnayet bizimleyken ruhumuzu güçlendirir. Fakat
onu kaybettiğimiz vakit zayıflığımızı keşif
ederiz. Görürüz ki Tanré olmaksızın iyi bir
düşünceye bile varamayız.
Merhametli Tanré, sen bizim dayanaksızlığımızı
bilirsin. Senden şunu istiyorum: bana
alçakgönüllü bir can ver, keza merhametinle
alçakgönüllü cana iradene göre yaşama kuddreti
verirsin. Ona tüm sırlarını açıklarsın; Ona seni
tanıma ve hangi sonsuz sevgiyle bizi sevdiğini
anlamayı nasip edersin.
Tanré’nén iradesine uygun olarak yaşayıp
yaşayamadığımızı nasıl bilebiliriz ?
İşte bir ipucu: Bir şeyin yoksunluğu sana acı
çektiriyorsa kendini tümüyle, (bir yandan onun
iradesine göre yaşama izlenimine sahip olurken),
Tanré’nén iradesine terketmediğindendir.
Tanréya göre yaşayan hiç bir şey için kaygı
duymaz. Ve bir şeye ihtiyacı varsa o şeyi olduğu
gibi kendisini de Tanré’ya bağlar. Ve ihtiyacı
olduğu şeyi elde edemezse her şeye rağmen sanki
elde etmiş gibi sakin durur.
Kendini Tanré’nén iradesine terkeden insan hiç
bir şeyden korkmaz: ne firtınadan ne
hırsızlardan ne de hiç bir şeyden ... Ve başına
ne gelirse gelsin kendine şöyle der : ‘Bu
Rab’bin hoşuna gidiyor’.
İşte böyledir ki canda ve bedende baréş korunur.
Kendisi için kaygı duyan canı Tanré’da baréş
bulacak biçimde Tanré’nén iradesine kendini
terkedemez. Fakat alçakgönüllü can kendini
TANRÉNIN İRADESİNE TERKEDER VE ONUN ÖNÜNDE KORKU
VE SEVGİ İÇİNDE YAŞAR.
Korkuda : Tanré’ya karşı hiç bir şeyde günah
işlememek için.
Sevgide : Keza can Rabbin bizi ne kadar
sevdiğini bilir.
En iyi iş kendini Tanré’nén iradesine bırakmak
ve tecrübelere umutla dayanabilmektir.
Rab acılarımızı görerek bizi güçlerimizin
dışındaki yükle yüklemeyecektir. Acılarımız bize
o denli ağır görünüyorsa kendimizi Tanré’ya
terketmediğimizin işaretidir.
Her şeyde kendini Tanré’ya bırakan can onda
hidayet ve sevinç bulur, keza deneyim ve Kutsal
Yazılar yoluyla bilir ki Rab bizi seviyor ve
bize göz kulak oluyor, biryandan her şeyi
inayeti yoluyla baréşta ve sevgide yaşatarak.
Kendini Tanré’nén iradesine terkeden hasta,
fakir ve zulüm çekecek olsa bile hiç bir şeyden
acı çekmez. Can bilir ki Rab bize sevecenlikle
özen gösterir. Kutsal Ruh Tanrésal işlere
tanıklıkta bulunur. Fakat itaatsiz ve kibirli
insanlar kendilerini Tanré’nén iradesine
terketmek istemezler, keza onlar kendi öz
iradelerini yerine getirmek isterler, bu da can
için o denli tehlikelidir.
Abba Poemen şöyle diyor: “İrademiz Tanré’yla biz
arasında çelik bir duvar gibidir ve bizi ona
yaklaşmaya ve onun merhametini görmeye engel
olur”.
Rab’bin emirlerini kolayca yerine getirebilmek
için daima Rab’den canının baréşını dilememiz
gerekir; Keza Rab iradesini yerine getirmeye
çalışanları sever ve onlar da Tanré’da büyük bir
baréş bulurlar.
Tanré’nén iradesini yerine getiren her şeyden
memnundur, çünki Rabbin inayeti onu sevinçli
kılar. Fakat kısmetinden hoşnutsuz olan,
hastalığından yada kendisine suç işleyenden
yakınan kendisinden Tanré’ya karşı minnettarlığı
kaldıran kibirli ruh içinde bulunduğunu iyi
anlasın.
Alçakgönüllü can daima Tanré’yı hatırlar ve
şöyle düşünür: “Tanré beni yarattı, benim için
acı çekti, günahlarımı bana bağışlar ve beni
teselli eder; Beni besler ve beni bakıma alır.
Öyleyse niçin kaygı duyayım yada ölüm beni
tehdit etse bile kimden korkabilirim ki ?”
Rab kendini Tanré’nén iradesine terkeden her
canı aydınlatır, keza O şöyle demiştir:
“Sıkıntılı gününde seslen bana, seni kurtarırım,
sen de beni yüceltirsin” (Mezmur 50 , 15)
Her hangi bir şeyden şaşkına düşen can Rab’bi
sorgulamalı ve Rab onu aydınlatacaktır. Bu da
özellikle talihsizlik ve huzursuzluk içinde
olunduğu zaman içindir. İnsan ruhsal babasını da
sorgulamalı, keza bu da çok alçakgönüllü bir
tutumdur .
İnayetiyle Rab insana tecrübeleri minnettarlıkla
tahammül edilmesi gerektiğini öğretir. Tüm
yaşamım boyunca acımdan dolayı tek bir kez defa
mırıldanmadım, fakat her şeyi Tanré’nén elinden
şifalı bir ilaç olarak kabul ettim. Daima
Tanré’ya şükrettim ve bunun için Rab bana büyük
acıları kolayca tahammül edebilmemi bana nasib
etti .
Yeryüzündeki tüm insanlar elemi anlatırlar. Ve
Rab’bin bize gönderdiği elemler büyük olmamasına
rağmen insanlara çekilmez görünüp onları ezerler.
Bu da onların ne canlarını aşağılamadıklarından
ne de kendilerini Tanré’nén iradesine terketmek
istemediklerinden gelir.
Fakat, kendilerini Tanré’ya terkedenleri Rab’bin
bizzat kendi inayeti ile götürür. Onlar herşeyi
sevdikleri Tanré sevgisi yoluyla cesaretle
çekerler ve bu sevgiyle ebediyen
izzetleniceklerdir.
Yeryüzünde insan elemden kaçamaz. Fakat, kendini
Tanré’nın iradesine terkeden ona kolayca
katlanır. O acıları görür, fakat Tanré’ya umut
eder ve acılara katlanır.
Mesih’in Annesi haçın önünde dururken acısı
kavranılamayacak biçimde büyüktü, çünki Oğlunu
tahmin edemeyeceğimizden daha da fazla
seviyordu. Ve biliriz ki ne kadar seversek o
kadar da acı büyük olur. İnsan varlığı olarak
Tanré’nén Annesi onun acısına katlanamamış
olurdu, fakat kendisini Tanré’nén iradesine
bıraktı ve Kutsal Ruh onu güçlendirdi ve ona bu
acıya katlanma gücü verdi.
Ve Rab’bin göğe çıkışından sonra Tanré’nén tüm
halkı için acılarda büyük bir teselli oldu.
Rab yeryüzüne Kutsal Ruh’u vermiştir ve O’nun
kendisinde yaşadığı kimse cenneti kendisinde
taşıdığını hisseder.
Belki diyeceksiniz: “Neden benim böyle bir
inayetim yok?” Çünki kendini Tanré’nén
iradesine terketmediğin için, fakat keyfine göre
yaşadığın içindir.
Kendi öz iradesini sevene bakınız; hiç bir zaman
canénda
baréş
yoktur ve herzaman doyumsuz ve hoşnutsuzdur.
Fakat kendini Tanré’nén
iradesine terkeden saf tertemiz duanın
armağanını alır.
Çok kutsal Meryem Anamız da kendisini böylece
Tanré’nın
ellerine bırakmıştır: “İşte Rab’bin hizmetçisi,
sözüne göre olsun”.
Ve biz de ayné şekilde şöyle dersek: “Ben senin
hizmetçinim, senin iraden olsun!’’
O zaman İncil’de Kutsal Ruh tarfından yazılan
Rab’bin sözleri canımızda kalacaklardır ve tüm
dünya Tanré sevgisiyle dolacaktır. Yeryüzündeki
yaşam ne kadar şaşırtıcı olacaktır! O denli
yüzyıllardan beri Rab’bin sözleri tüm dünyada
duyulmasına rağmen, bununla birlikte insanlar
onları anlamıyorlar ve kabul de etmiyorlar.
Fakat Tanré’nén iradesine göre yaşayan yerde ve
gökte izzetlenecektir.
Kendini Tanré’nén iradesine terkeden yanlızca
Tanrı’yla meşguldür. Tanrésal inayet ona
durmaksızın duada kalmaya yardım eder. Hatta
çalışsa ve konuşsa bile canı daima Tanré’dadır
ve kendini Tanrésal iradeye verdiği vakit Rab
ona göz kulak olur.
Kutsal gelenek derki kutsal aile ( Meryem ve
Yusuf ) Mısır’a yolculuk sırasında bir haydut
onlarla karşılaşır ve onlara hiç bir kötülük
yapmaz ve şöyle bildirir: “Eğer Tanré enkarne (
beden almış ) olmuş olsaydı bu çocuktan daha
güzel olmazdı ve onları baréş içinde yollarına
gitmeye bırakır.
Yırtıcı bir hayvan gibi hiç bir kimseyi
kayırmayan bir haydut kutsal aileye kötülük
yapmaması şaşırtıcıdır. Çocuğun ve tatlı
annesini gördüğünde haydutun canı duygulanmış ve
Tanrésal inayet ona dokunmuştur.
Şehitleri yada aziz insanları gördüklerinde
yumukşaklaşan vahşi hayvanlarla da ayné şey olur
ve onlara hiç bir kötülük yapmazlar. Hatta
cinler bile alçakgönüllü ve yumuşak canlardan
korkarlar: böyle bir can onlara ( cinlere )
itaatkarlık, oruç ve dua yoluyla üstün gelir .
Şaşırtıcı diğer bir olgu: Haydut çocuk-Mesih’e
merhamet etmiştir, fakat büyük rahipler ve
eskiler onu haça çakılması için Pilat’a teslim
etmiştir ve bu da dua etmedikleri ve Rab’den ne
yapmaları gerektiği ve nasıl davranmaları
konusunda kendilerini aydınlatmasını
istemedikleri içindir.
Bu yüzden sık sık şefler ve diğer insanlar
iyiliği ararlar, fakat onun nerede olduğunu
bilmezler. Tanré’da olduklarını ve onun
(İyiliğin) bize Tanré tarafından verildiğini
bilmezler.
Ne yapmamız gerektiğini Rab’bin bize
kavratabilmesi için daima dua etmemiz gerekir ve
Rab bizi yanlış yola sapmayı engelleyecektir.
Adem Havva’nın kendine verdiği meyve konusunda
Rab’bi sorgulama bilgeliği olmadı ve böylece
cenneti kaybetti. Davut “Ulri’nin karısını almam
iyi midir?” diye Rab’den dilemedi ve zina ve
cinayet günahına düştü.
Günahlar işleyen azizler için de bunun
aynésıdır; Rab’be kendilerine yardım etmesi ve
aydınlanması için dua etmedikleri için günaha
düşerler. Sarovlu aziz Serafim şöyle diyor:
“Kendi öz aklıma dayanarak konuşursam yanılgılar
oluşuyor”.
Fakat bazı yanılgılar bizim yetkinsizliğimizden
gelir ve günah değildirler. Bunun aynésı
Tanré’nén Annesinde de olmuştur. İncil’de
deniyor ki Yusuf’un eşliğinde Kudüs’ü
terkettiğinde Oğlunun akrabalarla yada
tanıdıklarla yol aldığını düşünüyordu ve
yanlızca üç günlük aramanın sonundadır ki O’nu
Kudüs tapınağında yasa doktorlarıyla tartışırken
buldu. ( Luka 2 , 44-46 ) .
Yanlızca Rab her şeyi bilir; Bize gelince, ne
olursak olalım, yanılgılar düşmekten kaçınmamız
için Tanré’ya bizi aydınlatması için dua etmemiz
gerekir ve ruhsal babamızada sorgulamamız
gerekli.
Tanrésal Ruh herkesi farklı bir tarzda yönetir:
Biri çölün yanlızlığına kaçar ve yüreğin
duasında sabreder; diğeri inasanlar için Tanré
katında sefaatte bulunur; birine Mesih’in
sürüsünü (topluluğunu) gütme kabiliyeti
verilmiştir; diğerlerine İncil’i yaymak yada acı
çekenleri teselli etmek verilmiştir. Bir diğeri
komşusunu, işi ve serveti yoluyla yardım eder.
Ve tüm bunlar farklı derecelere göre verilen
Kutsal Ruh’un armağanlarıdır: birine otuz,
diğerine altmış ve bir başka diğerine de yüz kat
ürün veren kişilerdir. (Markos 4 , 20)
Biz birbirlerimizi yüreğin sadeliği içinde
seversek Rab bize Kutsal Ruh yoluyla bir çok
mucizeler gösterecektir ve bize büyük sırları
açıklayacaktır.
Tanrı doymayan bir sevgidir ….
Ruhum Tanrı’da devinimsizleşiyor ve yazmayı
durduruyorum ...
Rab’bin bizi yönettiği benim ne kadar açık.
Onsuz iyi bir düşünceye dahi sahip olamayız.
Bunun için Rab’bin bize kılavuzluk edebilmesi
için kendimizi alçakgönüllüce Tanré’nén
iradesine terketmemiz gerekir.
Hepimiz yeryüzünde üzülürüz ve özgürlük ararız,
özgürlüğün neden ibaret olduğunu ve nerede
olduğunu bilen azdır.
Ben de özgürlük istiyorum ve onu gece gündüz
arıyorum. Anladım ki o Tanré katındadır ve Tanré
onu yüreği alçakgönüllü olanlara, tövbe edenlere
ve Tanré’nén önünde kendi öz iradelerini kesip
atanlara verir. Tövbe edene Rab baréşını ve
kendisini sevme özgürlüğünü verir. Ve dünyada
Tanré’yı ve komşuyu sevmekten daha iyi bir şey
yoktur. Can baréşı ve sevinci bunda bulur.
Ey yeryüzünün bütün halkları, sizin önünüzde diz
çöküyor ve size yalvarıyorum: MESİH’e geliniz.
Sizin için onun sevgisini biliyorum ve bunun
için onu tüm yeryüzüne bildiriyorum.
Eğer bir şey bilinmiyorsa bundan nasil
bahsedebiliriz?
Belki soracaksınızdır: “İnsan Tanré’yı
nasıl tanıyabilir?” Fakat ben diyorum ki biz
Tanré’yı
Kutsal Ruh’la tanıdık.
Sen de eğer kendini aşağılarsan o zaman Kutsal
Ruh sana da Tanré’yı ifşa edecektir. Ve sen de
onu tüm dünyaya müjdelemek isteyeceksindir.
Yaşlıyım ve ölümü bekliyorum. İnsanların sevgisi
uğruna hakikati yazıyorum. Onlar uğruna canım
acı içinde. Kurtaracak tek bir insan olsa da
yardım edeceğim bir şeyim olursa bundan
Tanré’yla teşekkürler ebediyen sunacağım. Fakat
yüreğim tüm dünya için acı çekiyor, ki bütün
insanların tövbe edip Tanré’yı tanıması, sevgide
yaşayıp ve Tanré’daki özgürlükten tat almaları
içindir.
Ey yeryüzünün bütün insanları, dua ediniz ve
günahlarınıza ağlayınız. Rab size onları
affedecektir. Af neredeyse özgürlük ve sevgi de
orada egemenlik sürer.
Rab kafirin ölümünü istemez ve tövbe edene
Kutsal Ruh’un inayetinin armağanını verir. Cana
baréş, ruh ve yürek yoluyla Tanré’da var olma
özgürlüğünü verir. Kutsal Ruh bize günahlarımızı
affettiği vakit can, Tanré’ya temiz bir yürekle
dua etme özgürlüğünü kazanır. O zaman özgürce
Tanré’yı seyredebilir ve onda dingince ve sevinç
içinde oturur. Gerçek özgürlük işte budur. Fakat
Tanré’sız özgürlüğü bulamaz, çünki düşmanlar
canı kötü düşüncelerle gaflete uğratırlar.
Tüm dünyaya hakikati diyorum: Tanré’nén önünde
iğrencim. Tanré bana Kutsal Ruh’un inayetini
vermemiş olsaydı, kendi kurtuluşumdan
umutsuzluğa düşmüş olurdum. Kutsal Ruh bizi
eğitir ve bunun için Tanré konusunda yazıyorum,
keza O beni yazmaya iter.
İnsanlara merhamet ediyorum. Ağlıyorum ve onlar
üzerine sızlanıyorum. Düşünenler çoktur: “Çok
günah işledim, öldürdüm, şiddet uyguladım,
yalancı şahitlik ettim ve ahlâksızlık içinde
yaşadım ve daha çok şeyler yaptım”. Ve utanç
onları ( insanları ) pişmanlık yolunda bağlamaya
engel oluyor. Fakat şunu unutuyorlar ki tüm
günahları Tanré’nén önünde denizde bir damla su
gibidir.
Ey benim yeryüzündeki tüm insan kardeşlerim,
henüz daha zaman varken tövbe ediniz. Tanré
sizin tövbenizi merhametle bekliyor. Tüm gök,
tüm kutsallar da bu tövbeyi bekliyor. Tanré
sevgidir, sevgi olduğu gibi azizlerde de Kutsal
Ruh sevgidir. İsteyiniz ve Rab sizi
affedecektir. Ve günahlarının affını elde
ettiğin vakit canénda sevinç ve neşe olacaktır.
Kutsal Ruh’un inayeti canéna girecektir ve sana
şöyle diyecektir: “İşte gerçek özgürlük; O
Tanré’dandır ve Tanré’dan gelmektedir”. Tanrésal
inayet özgürlüğü kaldırmaz, fakat yanlızca
Tanré’nén emirlerini yerine getirmeye yardım
eder. Adem inayet içindeydi, fakat iradesi
ortadan kalkmıştı. Ayné şekilde meleklerde
Kutsal Ruh’ta konut kurarlar, fakat özgür
iradeleri onlardan alınmaz .
Bir çok insan kurtuluş yolunu bilmez.
Karanlıklara düşerler ve hakikatin ışığını
görmezler. Rab var oldu, vardır ve var olacaktır
ve tüm insanları sevecenlikle kendine çağırır:
“Ey acı çekenler ve ağır yük altında yorulanlar
bana gelin; beni tanıyınız ve ben size baréş ve
özgürlük vereceğim”.
İşte gerçek
özgürlük: Tanré’da olmak. Başka zamanlar ben de
bunu bilmiyordum. Yirmi yedi yaşına kadar
Tanré’nén var olduğunu düşünüyordum, fakat onu
tanımıyordum. Canım O’nu Kutsal Ruh yoluyla
tanıdığından beri büyük bir arzu ile O’na
yöneliyor. Ve şimdi O’nu gece gündüz yanan bir
yürekle arıyorum.
Rab istiyor ki
birbirlerimizi sevelim. Gerçek özgürlük şundan
ibarettir: Tanré için ve komşu için sevgiden.
Eşitlik ve özgürlük orada bulunur. Sosyal
düzende eşitlik olamaz. Fakat bunun can için
önemi yoktur. Herkesin kral yada sultan olması
olanaklı değildir; herkez patrik, baş rahip yada
şef olamaz. Fakat her koşulda Tanré’yı sevip
O’na hoş olabiliriz. Herşeyden önce önemli olan
da budur.
Tanré’yı her şeyde gücendirmekten korkmak – ki
bu sevginin ilk derecesidir; ruhunu tutkusal
düşüncelerden korumak – ki bu da ilkinden daha
büyük sevginin ikinci derecesidir - Canénda
inayetin varlığını hissetmek – daha büyük
sevginin üçüncü derecesidir. Dördüncü derece –
Tanré için kusursuz sevgi – canda ve bedende
Kutsal Ruh’un inayetine sahip olmaktır. Bu tür
insanın bedeni bile kutsallaşır ve ölümünden
sonra kutsal kalıntıya dönüşür. Büyük azizler,
peygamberler ve aziz çileciler bu dereceye
ulaşmışlardır. Bu dereceye ulaşan bedensel aşırı
isteğin etkisinden uzaktır. Özgürce genç bir
kızla ve onun için hiç bir istek duymaksızın
uyuyabilirler. Tanré sevgisi genç bir kız için
sevgiden – doluluğu içinde herkesin çekildiği
sevgiden - daha kuvvetlidir. Keza Kutsal Ruh’un
tatlılığı bütünlüğü içinde insanı yeniden
doğurur ve ona Tanré’yı kusursuzca sevmeyi nasip
eder. Eğer can Tanrésal sevginin doluluğu içinde
bulunuyorsa, dünyanın onun üzerinde hiç bir
etkisi yoktur. İnsan yeryüzünde diğerleriyle
yaşamasına rağmen Tanré için sevgisinde dünyada
olan herşeyi unutur. Talihsizliğimiz şudur ki
ruhumuzun kibirinden dolayı bu inayette
sabredemediğimizdendir ve inayet canı terkeder.
Can onu ağlayarak arar ve sızlanarak şöyle der:
“canım Rabbi özlüyor”.