Öz Ortodoksluk doktrinleri ve emanetleri
ORTODOKS EĞITIM VE TERAPÖTIK

 

PSİKOLOJİ-PSİKOTERAPİ

http://www.floga.gr/50/10/2002-3/2003031810uk.asp

 

 

Başpapaz Konstantinos Stratigopoulos tarafından, 18 Mart 2003 tarihinde, Azize Paraskevi mahallesindeki Panhelenik Veliler Birliği'ne yapılmış olan konuşmanın kaset kaydındandır.
   
       -Giriş
       -İçeriye alınan şey ile kastedilen nedir?
       -Psikiyatri nedir?
       -Psikoloji nedir?
       -Psikoterapi nedir?
       -Psikoterapinin "ruh" terimiyle ilgili bir tanımı var mı?
       -Kilise Babaları'na göre,"ruh" teriminin tanımı
       -İlk tanrıbilimsel özellik
       -İkinci tanrıbilimsel özellik
       -Üçüncü tanrıbilimsel özellik
       -Ruhsal tedaviye özgü yaklaşım nedir?
       -Ruhsal tedavinin dinden bağımsız yöntemleri nelerdir?
       -İman İkrarcısı Aziz Maksimus'a göre "ego" nasıl tedavi olur?
       -Her kim canını benim ve Kilise'nin uğrunda hor görürse, onu kurtaracaktır.
       -Bir Gizem, yöntembilimleri ve teknikleri hoş görebilir mi?

       ¯Giriş
       Önümüzde gayet anlamlı, çok ciddi bir inceleme ve çok nazik bir yayınımız var, çünkü konu tam bu karşılaştırmayı tanımlıyor : ¯ Dünyevi Tedavi Tekniklerine karşı Ortodoks Ruh tedavisi ¯ birçok kavram karmaşası ve hatta gereksiz karşıtlıklar yaratabilir. Konunun oldukça geniş olması dolayısıyla ¯kullanabileceğim sınırlı zamanda¯  bir dereceye kadar genişleterek  ve de nazik dikkatlerinize bazı çok önemli kavramları basit sözlerle sunmaya çalışarak, bu incelemelerle  her ne zaman karşılaşırsanız; bunları biraz daha iyi kavramanıza olanak tanıyacak bir anlayış derecesine, bir tür ipucuna sahip olabilmeniz için basit bir ana çizgi vermeye çalışacağım.

      Hepsinden önce, bu karşılaştırmadaki amaç nedir? Bunun gayesi nedir? Öncelikle ihtiyacımız olan; bazı belirli anlamlara açıklık getirmek; karşımızda ne olduğunu bilmek, kolayca anlaşılmayan teknik terimlerin ne olduğunu, tam olarak ne anlama geldiklerini bilmektir. "Psikoterapi" kelimesiyle kastettiğimiz tam olarak nedir? İkinci olarak da, Kilisemiz için ciddi ve temel zorunluluk olan bir şeyin üzerinde durmaya ihtiyacımız var ki bu, uygun olmayan unsurları "içeriye alma" riskidir.
     
        -"İçeriye alınan şey ile ne kastedilmektedir?

        "İçeriye alınan şey" ile ne kastedilmektedir? Biliyorsunuz, Kilisemiz her ne zaman papazlığa ait görevler icra etmek için bir yere girse, misyonerlik yaptığı zaman orada mevcut olan kültürel unsurları ¯o ülkedeki¯ "içeriye alır" ,o ülkenin "insanoğlu" ¯deyim yerindeyse¯ ve o insanoğlunun bünyesi içinde, Tanrı’nın sevgisini açıklamak için bu usulü izler. Benzer bir şekilde Mesih, insanoğullarının vücudunu alır ¯insan tabiatını. Böylece "içeriye alma" önemli bir mevzu. Kutsama için içeri alınabilecek her ne varsa içeri alırız. Mesih, insan tabiatı aldı; O, insan tabiatının günahkârlığını içeri almadı. Böyle olunca, bu usullerin bulunduğu o yerlerden içeriye alabileceğimiz bir şeyler var mı? Yok mu? Ruhun sağlık sorunlarına yaklaşmak için ¯geliştirilmiş olan tüm bu yöntemler¯ kullanabileceğimiz yeni teknikler var mı? Peşinen vurgulamaya ihtiyaç duyuyorum ¯işaret edeceğim alanlarla ilgili olarak ve özellikle de psikoterapi hakkında¯ konuyla meşgul olanların kendilerinde pozitif bir görünüş vardır, pozitif bir yatkınlık; diğer sözlerle, emeklerinde  kötü hiçbir şey yoktur. Onlar içtenlikle, bugünün, gururu ve duyguları yaralanmış, yorgun insanlarına yardım etmek istiyorlar. Bu, insana yardım etmek için dürüst bir gayrettir. Bununla birlikte, önemli husus, insana yardım etmek için nasıl hareket ettikleridir.

        İzin verin, öncelikle terimlere açıklık getirerek başlayayım. Önümüzdeki daha aşina olduğumuz terimler : psikiyatri, psikoloji ve psikoterapi. Bu üç terimin her biri diğerinden farklıdır. Hristiyanların farkına varabilmeleri ve zihinlerindeki meselelerde şaşırmış ve yanıltılmış olmamaları için nasıl farklı olduklarını ve ne olduklarını açıklayacağım.

         -Psikiyatri nedir?

       Psikiyatri ¯tıbbın bir kolu olarak¯ beynin fonksiyonlarıyla, sinir sistemi ile ve onun nörotransmiterleriyle ilgilenir. Şimdi bunu, rahip sınıfından olmayan bir kişinin kullandığı terimler olarak söylüyorum; başka bir deyişle, psikiyatri temelde, problemin fiziksel durumlarıyla ilgilenir. Nitekim vücudumuzun her yeri için tıbba yönelik saygı gösterdiğimiz gibi, aynı şekilde beynin organik durumlarına yaklaşan, sinir sistemine (bu da bir organdır) ve nörotransmiter denilen, bugün insanları tedavi etmek için daha derin, kalıtımla geçen fonksiyonları keşfetmek için bilim tarafından oluşturulmuş bir girişime de saygı gösteririz. Bu, organik bir mesele hakkındaki her şeydir ve kabul edilmesi gerekir ki; bugün psikiyatrik bölümlerin çoğu ,"psikiyatri" teriminin uygun olmadığını, çünkü onun içeriğinin fiziksel olduğunu itiraf ediyorlar. Bizim ülkemizde (Yunanistan) ve yurt dışında ,"psikiyatri" teriminin yetersizliği konusunda  pek çok yazı yazılmıştır. Görüyorsunuz, terimin  kendisi konuları karıştırıyor. Psikiyatri, fiziksel bir yaklaşımdır. Bunu aydınlığa kavuşturmamız gerekir. Öyleyse, bu mantık içinde psikiyatriye hiç bir şekilde karşı değiliz, yani, eğer bu sadece hasta bir beyni tanımlıyorsa, ya da sinir sistemini, ya da başka birşeyi tanımlıyorsa, vücuda aittir. Elbette beden, ruhun bazı fonksiyonlarından dolayı hastalanabilir de. Bunu daha sonra gözden geçireceğiz, fakat şimdi sizin, psikiyatrinin bilimsel bir dal olduğunu ¯bir bilim¯ vücudun bir bölümünü tetkik  ettiğini anladığınıza inanıyorum; ifade etmekte olduğu şeyi uygunsuz bir tanımlamayla ifade etmesi sadece rastlantısaldır. Üstelik diğer ülkelerde psikiyatri bile demiyorlar,"akla ait hastalıklar", “akıl hastalıkları”  diyorlar. Böylece, madem ki psikiyatri aşina olmadığı diğer alanlara nüfuz etmeye kalkışmadı, zihnimizi burada psikiyatri ile meşgul etmeyeceğiz. Bu tümüyle fiziksel bir faaliyettir. Umarım şimdi bu konu sizin için aydınlanmıştır.

         -Psikoloji nedir?

         İkinci olarak psikoloji var. Yine bu da şanssız bir terimdir : Psikoloji ne yapar? Bir kişinin farklı koşullar altında nasıl davrandığını tespit eder. Başka şekilde söylemek gerekirse, mesela, eğer gündelik bir işçi gürültülü bir fabrikada çalışıyorsa; yorulur ve hastalanır, çünkü gürültü onun için çok fazladır. Psikoloji bu reaksiyonları gözlemler ve şöyle rapor eder : "gürültü olduğu zaman, bu adam fenalaşıyor". Bu, birisinin tepkilerinin basit bir incelemesidir. Size bunu çok basit bir şekilde söylüyorum : Psikoloji, ruhun reaksiyonlarını basitçe gözlemler, fakat ruhun kendisi hala garip bir şey olarak durmakta. Psikoloji sadece davranışları gözlemler. Birisi güneş ışığı olmayan bir yerde uyur, kendisini biraz depresif hissettirecek olan güneş ışığı olmayan bir yerde : psikolojinin tutacağı kayıt budur. Bu; davranışları, tepkileri gözlemlemekle ilgili her şeydir.

         -Psikoterapi nedir?

         Ayrıca bir de Psikoterapi var. Bu, bazı kişiler tarafından "ruhu iyileştirmek" için yapılmış bir girişimdir. Bununla birlikte, bir psikiyatrist için sınırlarını aşmak ve kendini psikoterapiye teslim etmek bile söz konusu olabilir. Bunun gibi, bir psikolog da kendi sınırlarını aşabilir (mesela, bağıran ya da kavga eden bir ailede yaşayan çocuğun okulda sinirli bir çocuk olacağını psikolog açıkladığı zaman). Bu, psikolojik bir gözlemdir. Fakat bir gözlem, ruhun ne olduğuna açıklama oluşturmaz. Bu yalnızca, bir ruhun kendisini nasıl ifade etttiğine dair bir gözlem, ruhu tedavi etmeye yönelik bir çabadır. Bir kişinin psikoterapi uygulaması için bir psikiyatrist ¯ya da psikolog¯ olmasına gerek olmadığını vurgulayacağım. Siz de çeşitli felsefi görüşleri benimseyen bir psikoterapist olabilirsiniz. Psikoterapi, çeşitli felsefi anlayışların ruh hakkındaki ifadeleridir. Bu, tehlike arzeden bir yalandır; çünkü psikoterapi ruhun sağlığı için uğraşır ve aslında ruhun iyileşmesi için uygulanacak yöntemleri çoktan önermiştir. Bu sebeple bizi ilgilendiren (ve o hususta doğru olmayan bir birleşim olabileceği, kiliseye ait- papazlığa ait tedavi ve günah itirafı) psikoterapisel yaklaşımdır. Diğer uzmanlıklar, söylemiş olduğum gibi, sınırların dışına çıkmama koşuluyla (eğer bir psikolog, psikoterapi uygularsa; kendi görevinden, yani hastanın davranışlarının gözlemlenmesinden, sapmış olur) belirlidir.

          -Psikoterapi ,"ruh" teriminin bir tanımına sahip midir?

          Böylece eğer, kullanılmış olan terminoloji konusunda taslağını çizdiğim bu temel önerileri kavradıysanız, devam edebilirim. Şimdi, psikoterapinin ve  iyileştirmekle ilgili uğraşısının ne olduğunu, gerçekten nasıl iyileştirdiğini sormak için burada duracağım. İlk soru : Psikiyatri biliminin kendisi "ruh" terimini tanımamaya başlıyor. Bunun gerçek olduğunu kabul etmiyor. O halde , "ruh " dedikleri tam olarak nedir? Onların "ruh" tanımlamaları nedir? Ruh-biliminin uzmanlık alanına ilişkin pek çok sözlüğü ve bilimsel eseri, elimden geldiğince kontrol ettim.  "Ruh" teriminin tanımlandığı hiç bir yer yok. Başka bir deyişle, bir şeyle ilgileniyoruz ¯varsayalım biz psikoterapistiz¯ ve henüz bilimimizin özünün ne olduğunu bile bilmiyoruz. "Jeolog" dediğim zaman, dünyayı araştıran birisini kastediyorum, onun araştırmasının özü dünyadır."Biyolog" dediğim zaman, yaşayan bir organizmanın organik hayatını araştıran birisini kastediyorum. Tüm bu bilim dallarının her biri birer öze sahiptir; henüz psikoterapist ¯ve tabii ki, sadece, ruhun çeşitli durumlardaki tepkilerini inceleyen psikolog¯ ilgilendiği nesneyi bilmiyor! Psikoterapide ,"ruh" teriminin tanımı yoktur. Bulunmamaktadır. Hiçbir yerde. Bundan dolayı, aslında ,"uzmanlar" neyle ilgilendiklerini gerçekten bilmiyorlar. İşte tam bu yüzden şimdi tanrıbilimsel bir yaklaşımda bulunmaya başlayacağım; yani Kilisemizin söylediklerini size anlatıp  sonra bir karşılaştırma yapacağım.

          -Kilise Babalarına göre "ruh" teriminin tanımı :

         Patristik yazılarda ruhun bir kaç tanımını buldum. "Ruh"un anlamına yaklaşan ve "ruh" teriminin bir tanımını veren Babaların sadece ikisinden alıntı yapayım izninizle. Hepsinden önce, Aziz Tanrıbilimci Gregori tarafından verilmiş olan, çok basit ¯fakat temel¯ bir tanım var. Bu tanım onun yazılarının birinde bulunur : "Dogmatik Destanlar" (Destanlar=şarkılar) , orjinali eski Yunan dilinde yazılmış olan ve aslında eski İambik (Iambic) şiirsel biçimde (son derece zor bir şiirsel form olan) , fakat bunun bir çevirisini size okuyacağım. (Bu, dogmatik şiirin gerçekten şaheser bir bölümü). Aziz Tanrıbilimci Gregori ,"Dogmatik Destanlar"ında ruh hakkında şöyle der : "Ruh, Tanrı’nın nefesidir, Tanrı’nın ona tahsis ettiği her şeyi yoldaşı olarak kucakladı." ¯bu bir ana fikirdir. Bu, Aziz Gregori'nin yaklaşımıydı¯ basit bir yaklaşım : "Tanrı nefes verdi". Daha gelişmiş bir tanımlama ¯çok daha gelişmiş bir tanımlama¯ Aziz Tanrıbilimci Gregori'den birkaç yüzyıl sonra, Şamlı Aziz Yuhanna tarafından onun  (her Hristiyanın okuyacağını ümit ettiğim kitap) inancımızın dogmalarını basit ve mükemmel bir tarzda gözler önüne serip incelediği, "Ortodoks İnancımızın Tam Baskısı" denilen bu mükemmel kitabında verilmiştir. Bu sebeple, bu kitaba  "Ortodoks İnancımızın Tam Baskısı" deniliyor. İzninizle, Şamlı Aziz Yuhanna'nın orada yazmış olduğu yazıyı okuyayım... Ruhun tanımı : “Ruh, o halde, doğal, vücutsuz, maddi varlığı olmayan öz, bedeni gözlerimizin  tabiatı tarafından görülmeyen bir canlıdır; bu mantıklı ve yüksek zekâ sahibi bir şey; biçimi olmayan bir şeydir. O, bedeni bir alet gibi kullanırken, büyüme, algı, doğum ve hayatla birlikte bedeni vakfederken (...) fakat kendisi serbestçe saf, kendi kendini yöneten, iradeli, faal, değişebilir kalır ¯bu, değişmek için etkilenebilir anlamında¯ bu ayrıca, tüm üstün nitelikleri çok önce yaratılışla edinen, Yaratıcı’sından kendi tabiatını edinen, yaratılmış bir şeydir .” Sunduğu bu anlatım, incelemek için saatler isteyen derin bir tanımlamadır. "Öz" kelimesine dikkat edelim! Bu "yalın" kelime ¯"öz"¯ analizimiz için çok önemli. Tanrı "yalın" diyen Tanrıbilimci Gregori'yi bir kez daha analım. Madem ki ruh, O’nun bir yarattığıdır, ama aynı zamanda Tanrı'nın bir görüntüsüdür; bu fazla "yalın”dır, başka bir deyişle, herhangi bir ayrıma sahip olsun diye yapılmadı. Bu elbetteki görünmezdir, mantıklı ve zekâ sahibidir. Öyleyse, sadece  hatrınızda tutun ki; bu  yaşayan bir özdür, yalın olan ve sadece değindiğimiz diğer her şeydir ve elbetteki yaratılmıştır - birisi tarafından yaratılmıştır.

          Şimdi, üç yaşamsal alanda, elinizden geldiği kadar sözlerimi takip etmenizi ve dikkat etmenizi rica edeceğim, eğer Kilise'nin bedeni tarafından kavranılırsa, tüm psikoterapötik yöntemler arasında ayırt etmek ve temyiz için ihtiyacımız olan şu silahlar elimizde olacak. Şimdilik ne olduklarını söylemeyeceğim. Öncelikle, Kilise’nin sahip olduğu hazinelerin çeşitliliğinin farkında olmalıyız, sonra herhangi bir rekabet olmadan, başkalarının göstermesi gerekeni inceleyene göre kendi karşılaştırmamızı yapabiliriz. Bu kişiler tarafından çekilen zahmete ve çalışmaya saygı duyduğumu çoktan söyledim : bazı kişilere hayata tutunmaları, belki intihar etmelerine bile engel olmak için yardım etmeye çalışıyorlar. Buna saygı duyabilirim! Fakat bu, onların yöntemlerini ya da tanımlamalarını kabul ettiğim anlamına gelmiyor. Onlara dinsel konulara sövüp sayanlar demekten her ne kadar geri duruyorsam da (sadece onlara bilgisizler diyorum); şu bir gerçek ki; yaptıklarına rağmen, sunmak için büyük güzelliğe sahip  olan verimli bir tanrıbilime sahibiz. Pekâlâ, şimdi ayrıntılı araştırmamıza esaslı cevaplar veren, tanrıbilimimizin üç çok önemli özellliğine bakalım. Bugün, bu yayınlardan edindiğim geniş bir kitabın bir taslağı gibi, bu şeyleri size ilk kez sunuyor olmaktan çok mutluyum. Bu özel birinci sınıf taslağımı nazik dikkatlerinize ilk sunuşum.

         -İlk Tanrıbilimsel Özellik :

         Bu üç çok önemli tanrıbilimsel özellik nedir? Pek çok Kilise Babası bu özellikler hakkında konuşmuştur; fakat onların, aktarılan en yüce sözlerinin sadece bazılarını seçtim ve alıntıladım.

         İlk tanrıbilimsel özellik. Aziz Gregori Palamas şaşırtıcı bir şey yazdı ki, bir kişinin ruhu, öze ve enerjiye sahiptir. Şimdi, terminolojinin sizi şaşırtmasına izin vermemeniz gerekir."Enerji" algılayabildiğimiz herhangi bir şey olarak ifade olunmuştur : duygular, sezgiler, bizim ulaşamadığımız özün enerjileridir. "Enerji",davranışlarımızı ifade eden bütün bu şeylerdir. Öz ve enerji. Aziz Gregori Palamas der ki; hayvanların ruhu (buraya, hayvanların bir ruhu olduğunu nasıl kabul ettiğine dikkat edin, tek soru; bu ne çeşit bir ruhtur?) vücutlarının hayat gücüdür. Onların ruhları için öz yoktur, bir enerjidir sadece. Açlık hissediyorlar, hoplayıp zıplıyorlar, orada burada sıçrıyorlar; çünkü vücutlarında sergilenen enerjilerden daha fazla hiçbir şeye sahip değiller. Bu yüzden bedenleri dağıldığı zaman, o enerji de onun beraberinde dağılıyor. Bu hiçbir şey değil ama bir enerji. Kutsal Kitap'ta da böyle der. Orada ;"Hayvanın kanı, onun ruhudur" der. Fakat bu bizim konuştuğumuz, "görüntüsünde" gibi algıladığımız ruh değil, bu sadece hayvanın bir enerjisi. Bu nedenle, gördüğümüz gibi, biz insanlar "öz" ve "enerji" ,her ikisine birden sahibiz ruhlarımızda. Sadece insan "öz" e sahip. Enerjiler yalnızca  belirli hayati hareketlerdir. Hayvan sadece et değildir, o hareket eder, Yaratıcı bunları hayvana verdi. Fakat onlar sadece enerjilerdir, onlar öz değildirler. Aziz İman İkrarcısı Maksimus şöyle der : "Adamın ruhu hareket eder; bu besleyicidir ve büyütür." (Hareket-beslenme-büyüme : bunlar ruhun enerjileridir.) Maksimus ayrıca, ruhun "ani hareketli" olduğunu söyler. Hayvanlar da içinden geldiği gibi davranır (dürtüleri var) ve bu bir enerjidir, fakat Maksimus der ki; insanda "mantık" da vardır, bu, gelen ve kendisini "mantıklı olarak" ruhun üzerine yerleştiren, Tanrı’nın Kayrasıdır. O, Tanrı'nın özüdür. Çoğaltıcı ve fevri[1] hareketli unsur hayvanlarda var, fakat "mantıklı" unsur yok; bu sebepledir ki, Kayseriyeli Aziz Vasilios ¯Kilise Babalarından¯ daha sonraki, hayli etkileyici bir çalışmasında ¯"Hexaemeron" [=Yaratılışın altı günü]¯ şöyle diyor : "Hayvanların ruhun bu özüne sahip olmamaları sebebiyle, Tanrı, diğer duyuların bir üstünlüğü ile onların mantık eksikliklerinin yerine bunları koymuştur. Hayvanların, insanlardan nasıl daha iyi atlayabildiğini hepimiz biliyoruz, onlar bizden daha hızlı koşar ve bizim yapmadığımız diğer şeyleri yaparlar, çünkü mantığın oturduğu, ruhun o özünden mahrum olmaları sebebiyle onlar sadece fevri hareketli ve beslenme ile ilgili öğelere sahipler. Eğer ruhun özünü dikkate almazsak, diğer tüm şeyler nedir? Sırf hayvan ifadeleri : Kızgınlık... Rahatsızlık... Asabiyet... Sert mücadele... Açlık hissediyorum... Açlık hissetmiyorum... İhtiyaçlarım var... Eğer özü ortadan kaldırırsam ¯yalnızca Kilise'nin bildiği, bunu da tanımlamış olan biriydi¯ o  zaman hakkında konuştuğum ne çeşit bir ruhtur? Eğer ruhun enerjisi ve özü ile ilgili bu meseleyi ayırt edemiyorsam; Palamas, Kayseriyeli Vasilios, Tanrı bilimci Gregori ve Maksimus tarafından anlatıldığı gibi; o zaman ruha yaklaşmayı nasıl umabilirim? Birazdan göreceğiz ¯göstermeye çalıştığım birkaç örnekle¯ ruhun mantıklı  kısmını bütün psikoterapötik yöntemler nasıl yok sayar, insan içgüdülerini sadece terapötik bir yöntem şeklinde nasıl sınırlarlar ya da abartırlar. Fakat onlar konunun özünü kaçırıyorlar. Ruhun hem enerji hem de öz olduğunun farkında olmadıkları zaman ve bunun sadece enerji olduğunu ileri sürdüklerinde, ruhu nasıl iyileştirebilirler? Umarım bu konu sizin için açıklığa kavuşmuştur!

       -İkinci Tanrıbilimsel Özellik :

      İkinci tanrıbilimsel özellik. Şimdi de eşit derecede önemli olan ikinci tanımlama. Bu, Aziz İman İkrarcısı Papaz Maksimus'un tanrıbilimsel hazinesinde bulunmuştur. Bunu basitleştirilmiş bir şekilde ifade edeceğim. Maksimus diyor ki; her şey ¯elbette insan dâhil¯ kendi varoluşuna, bir hiçlik durumundan kendi özel varlığına sahip olmuştur ve bu şimdi hareket etmektedir. Bunun sebebi, her şeyin harekete geçiren bir amaç tarafından yapılmış olmasıdır. Bu, insanın Tanrı tarafından nasıl yapıldığıdır : insan hareket eder, çünkü o, Tanrı tarafından yapılmıştır. O hareket eder; sürekli hareket halindedir. Bu devinim, insanın Tanrı'ya doğru hareket edebilmesi için Tanrı tarafından armağan edilmiştir. Bu, hareketin amacıdır. Bu, yukarı doğru sürekli bir harekettir, insan daima ve durmadan yukarıya ve Tanrı'ya doğru hareket eder, ta ki en sonunda Tanrı'nın içine dâhil olana kadar ¯büyük tanrıbilimci İman İkrarcısı Papaz Maksimus'un söylediği gibi ¯insanın sanki durmuş gibi görünen bir duruma ulaşması; fakat aslında durmaz. Tanrı asla son bulmaz; O sonsuzdur. Elçi Pavlus söylememiş midir ;"zaferden zafere" diye? Böyle olduğu halde, insan sonunda, Tanrı’da huzur bulmaya gelir. Bu ne anlama geliyor? İnsanın nihayet değiştirilemez bir insan olması anlamına geliyor. Görüyorsunuz, Tanrı’ya doğru sürekli olarak hareket ediyor olabilmemize rağmen, gene günaha yeniliriz ¯birazcık burada, birazcık orada¯ ve biz sıklıkla günahkâr düşüncelere düşeriz, fakat Tanrı’ya doğru hareketimizi sürdürürüz ve Kilisemizin tedavi edici yöntemleri, bizi Tanrı'ya doğru hareketli tutmak için kesinlikle bir teşviktir. Hareketliliği bırakmamak için, Kilise bizi tedavi edici tavsiyeleriyle teşvik eder : dua ederiz, tövbe ederiz, bütün kuvvetimizi bunun içine yerleştiririz... Bu bizi O'NA doğru götürecek olan hareketin türüdür. Fakat biz sürekli olarak düşeriz, tekrar... Ve tekrar..."Tanrı'da huzur bulmaya gel"menin anlamı ¯sonunda¯ bir hareketsizliğe erişmek, fakat buna rağmen bildiğimiz gibi bu, hareketsiz olmayan; insanın sonsuza dek değiştirilemez olacağı zamanki durumudur. Sadece şimdi, insanın ruhu daima hareket içinde; çünkü Sonsuzluğun içinde, ruh için hareketin sona ermesi nasıl mümkün olabilirdi? Asla son bulmamanın içinde? Öyleyse, biz burada son derece önemli bir şeye sahibiz : Yaratıcı’sına doğru ruhun hareketi, tedavi edici bir yöntem gibi. Bu hareketi yok saymakla tedaviye nasıl yanaşabilirsiniz? Bugün dünyada neyin devam ettiğine dikkat edin : insanlar her tarafta hareket ediyor, yatay olarak. Sürekli olarak koşuşturuyorlar. Başkaları yorgun oldukları için kendilerini dinlendirmeye giderlerken, diğerleri ölesiye koşuyorlar ve harap oluyorlar. Sonra, hiçbir şey yapmayan fakat kendilerini dinlendiren başkaları var. Hoş, o koşanlar hastalanabilirler ve koşmayanlar, onlar da hastalanabilirler. Kilise ne der? Bu her iki örnek de yanlıştır. Eğer, Yaratıcı’na doğru olmaksızın, sadece koşarsan, yanlış koşarsın. Eğer hareket etmezsen ve bu nedenle değiştirilemez olmazsan (bir durma olan ¯bir "hareketsizlik"¯ söylemiş olduğumuz gibi) ,yine, bu bir hastalıktır. Ağır bir kişinin nasıl hareket etmesi gerekir, kuvvetli ve aktif bir kişinin nasıl hareket etmesi gerekir? Onların her ikisinin de Tanrı'ya doğru hareket etmesi gerekir. Ağır olanı bir işe koymanın, ya da kuvvetinden fazla çalışmış olanı bir müddet dinlendirmenin bir önemi yok. Her iki durum da hastalıktır. Eğer ,"Tanrı'ya doğru hareket" kavramının bilincine varmazsak Aziz İman İkrarcısı Papaz Maksimus'un tanımladığı gibi ¯insan için biricik tedavi edici ders olan¯ sonra hiçbir şey başaramayız. Kilise diyarının içinde hiçbir şey..! Tövbenin günah itirafı ile nasıl bir araya getirildiğine bakın."Hareket et" ,diye öneride bulunuldu. Vücudunla hareket et. Diz çökme nedir? Oruç tutma nedir? Bir ikonanın gözlerle incelenmesi nedir? Ortodokslukta gerçekleştirdiğimiz, diğer mezheplerden pek çok insan tarafından kavranamayan tüm bu fiziksel hareketler nelerdir? Bunlar bütün olarak, insanın Tanrı'ya doğru hareketleridir. Kilisemizin ibadetlerinin bu sürekli devinimi nedir? Bu; sabah, öğleden sonra, akşam hareketlerin kapsandığı bir devirdir : Gece yarısı duası, Akşam duası, Sabah, Akşam duaları... Sürekli bir hareket : Saatler ¯Birinci, Üçüncü, Altıncı, Dokuzuncu... Sürekli bir devinim, O’NA doğru, Tanrı’ya doğru. Öyleyse ,"hareket"in bu özelliği, bir an için "rahatlama" diye adlandırılır Aziz İman İkrarcısı Papaz Maksimus tarafından; fakat o buna biraz farklı bir isim de verir; görüyorsunuz ,"hareketsizlik" terimi en uygun kelime değil. Bunun yerine o buna "mest olma" der ¯"hareketsizlik"in farklı bir şekli. Bu, Tanrı’nın içinde "sakin duruş”tur. O’nda sakin durursunuz, huzur içinde. Çünkü Tanrı, Asla Son Bulmayan’dır, hareket içinde olmak için devam edeceksiniz, fakat şimdi bu "yücelikten yüceliğe" olacak. Böylece, Kilisemizin tedavi edici yaklaşımı ¯bu tek ve biricik iyileştirici yaklaşımdır¯ bu yöntemi "ruhun tedavisi" olarak tanımlar. Görüyorsunuz, önce "öz"e ve "enerji"ye sahibiz ve sonra bu "hareket”e, Tanrı’ya doğru sürekli bir harekete sahibiz. Öyleyse, eğer biri, sağlıksız bir kişiye, bu "hareket"in yolu boyunca rehberlik etmezse; yalnızca, hastaya her yönden daha çok baskıya boyun eğdirmiş olur. İntihar etmemesi  ya da umutsuz olmaması için, ya da etrafındaki dünyayı yıkmaması için hasta genellikle kolayca sınırlanabilir ve bu sınırlama övgüye değerdir, fakat bir kişi, bu "hareket" tedavisi içinde rehberlik almadıkça, sürekli sınırlanamaz, kısıtlanamaz. Bakınız, bu başka bir belirleyici farktır; Kilisemiz ile başka herhangi bir ruhi tedaviye ait usul arasında, hatta en iyi niyetli olan tedavi usulü arasındaki ciddi, çok önemli farktır. Bunu tekrar söyleyeceğim; yanlış anlaşılmak istemiyorum. İnsanların niyetleri aslında iyidir, onlar içtenlikle en iyi gayretlerini ortaya koyuyorlar ve gerçekten çabalıyor ve bu çabalarında yoruluyorlar. Fakat hastanın felaketinden  çıkış, tamamen, onların bunu bulmaya çalışmaları değildir.

           -Üçüncü Tanrıbilimsel Özellik :

           Üçüncü tanrıbilimsel özellik, çok önemli başka bir tanrıbilimsel özelliktir. Bir fark bulundurabilen. Bu gerçekten şaşırtıcı bir şeydir. İki büyük Baba, Maksimus ve Palamas, tarafından yazılmış olan, gerçekten hayret verici bir şeydir bu. İzninizle Maksimus'un sözlerini okuyayım. "Tanrı" ¯o diyor¯ "insan tabiatını yaratan, onun içine şehvet düşkünlüğü ekmemiştir". Şimdi siz ters anlamamalısınız bunu, çünkü o sonra, bunu aydınlatmak için şöyle devam ediyor : "fakat şehvet düşkünlüğüne doğru, yalnızca mutlak bir zihinsel eğilim" (koymuştur).  Burada bir dakikalığına durmak istiyorum; bu hayati önem taşımaktadır. Biz insanlar duyularla doluyuz; görüyoruz, işitiyoruz, her şeyi hissediyoruz ¯her şey duyulardır¯. Duyular Tanrı tarafından verilmiştir; ancak, Tanrı –Maksimus, der¯ bütün duyuları arzuyla bahşetmedi. O bunları arzuyla birlikte bahşetti ancak bu arzu, onları Tanrı'ya doğru hareket ettirecek olan arzudur, eğer duyular Tanrı'ya yöneltilmiş ve onlar Tanrı'nın yönetiminde hareket ediyorsa  ¯ve bütün duyuları kastediyoruz¯ Ortodoksluğun yaptığı budur. İnsan, arzuya doğru doğuştan gelen bir çekime sahiptir; kesinlikle içinde bu vardır, fakat burada bir soru akla geliyor : bu ne çeşit bir arzudur? Maksimus’a göre, bu "Tanrı'yı sevmeye" bağlı arzudur. Bu çekime sahipsek, yani arzuya doğru yönlenen bu "harekete" sahipsek; ama eğer bu çekim Tanrı’da son bulmayacaksa, duyular sadece basit duyulardan (tat almak duyusu ve bunun gibi) başka bir şey değildir. Eğer bu içimizde basit bir biçimde duruyorsa, tersine döner ve sadece duyulara odaklanmış bir arzuya dönüşür ve bu da günahın başladığı yerdir. Bunun bir ruhi tedavi izleğinde önemli bir özellik olduğunu görebilirsiniz, aslında Maksimus bunu şöyle vurguluyor : "...ve çünkü Tanrı, insanın bütün bu arzunun yolunu nasıl saptırdığını gördü ¯bu, Tanrı’ya doğru yönlendirilmiş olması gereken arzuya doğru eğilimdi; fakat şimdi yalnızca fiziksel duyulara doğru yönlendirilmişti¯ O çok önemli bir tedavi aracı olarak bir ilaç öne sürdü. Bu ilaca "keder" deniliyordu; böylece ortaya çıkacak ve hâkim olacak arzunun zamanla boyun eğdiği keder".Bu nedenle Tanrı, kederi tıbbi bir tedavi olarak yürürlüğe koydu. Bu, insanın arzularını önlemek için gelen kederdir. Lütfen izin verin, uzun zaman aklınızda tutabilmeniz için bu üç çok önemli tanrıbilimsel özelliği iyice tekrar edeyim, çünkü konuşmalarımız onlara istinaden olacak : bu noktalar Kilise gizemleri (Günah çıkarma) ile diğer tüm iyi niyetli ve dürüst tedavi edici çalışmalar arasındaki asıl farkı tanımlar ¯ve tedavi sunar¯. Önce, ruhun içindeki öz ve enerjideki farkı tekrar edeceğim. "Öz" ,"mantığın" bir yönüyken; "enerji" dış ifadelere karşılık gelir. İkinci nokta, yalnızca Tanrı'nın yönetimindeki "hareket" ¯ve sadece hareket¯ insanı iyileştirebilir, İman İkrarcısı Papaz Aziz Maksimus tarafından tanımlandığı gibi; “durgunluğa” (hareketsizlik), sonra "kendinden geçmeye" (mest olma), sonra tekrar hareketliliğe evrilen hareket insanı iyileştirebilir. Üçüncü nokta, arzunun, arzuya doğru eğilimin, etkisidir; bu da arzu dikey olarak yukarıya, Tanrı'ya doğru yöneltilmemiş olduğunda ortaya çıkar ¯çünkü bu hareketi Tanrı'yı böylece duyularımızla sevmek için yapmayız. Bu, yatay yönde patlak veren yan etkilere neden olacaktır. Bu, yukarı doğru hareket etmesi gereken bir rokete tutunmaya benzer bir şeydir; fakat eğer uzaya gönderme başarısızsa roket yatay bir şekilde infilak eder ve çevresini yakar, yıkar. Meydana gelen budur. Arzu denen bu kuvvet ¯Tanrı'dan verilmiş olan¯ Tanrı'yı sevme amaçlı olması gereken; kuvvetli bir arzudur. Tanrı’ya doğru hareket ederiz ve sonra bu arzu ortaya çıkar. Eğer bu, Tanrı’ya doğru, yukarıya doğru açıkça gösterilmiyorsa; kendini açıkça aşağı yönde gösterecek, sahip olduğu güçle birlikte, insanın  duyularının bütününe nüfuz edecek ve bunun sonucu olarak kişiyi, örneğin oburluk gibi, arzuların insanı yapacaktır. Böylece, bu üç çok önemli tanrıbilimsel noktayı biliyoruz.

         -Bir Ruhi Tedavi Yaklaşımının Yaptığı Nedir?

          Şimdi izninizle ruhi bir tedavinin yaklaşımı nedir bakalım. Psikiyatrinin  nasıl bir bedensel yaklaşım olduğuna, psikolojinin davranışın basit bir gözlemi olduğuna çoktan değindim; bu nedenle, geriye kalan bugünün toplumunun ruhi tedavisidir. Az önce size söylediğim bu şeyler psikoterapistler için bilinen şeyler değildir; gerçi madem ruh hakkında konuşuyorlar ve araştırma yapıyorlar, onların bunları bilmeleri gerekirdi ve henüz, ruhun ne olduğuna dair bir tanımlama vermediler (hâlbuki biz Şamlı Aziz Yuhanna'nın kullandığı özel terimlerle bu tanımı yaptık) ve herhangi bir derin araştırma yapmak için, geçmiş yüzyılların ruh hakkında ne dediğini bulmak, anlamak için çaba göstermiyorlar. Böyle olunca, ardında herhangi bir geçmiş bilgisi bulunmayan bir şey başlattılar. Varsayımlarda bulunmaya başladılar."İnsan neden böyle?" tarzında şeyler sordular. İki terim icat ettiler ¯iki temel terim :"nevroz" ve "psikoz" .Onların incelemelerine girmeyeceğim¯ sizi yormak istemiyorum. Nevrozun sebebi nedir? Bu, psikoterapistlerin en büyük merakıdır : nevroz nasıl tedavi edilir. Onlar insanın yorgun, çöküntü içinde olduğunu görüyorlar. Şimdi ciddi noktaya dikkat edelim : varsayımlar yapmaya başlıyorlar. Fakat varsayımlar daima varsayım olacaktır. Böylece onlar bunu, ya da şunu, ya da öbürünü sebep olarak söyleyeceklerdir... Zaman içinde 200,300 farklı sebep “ilan etmişlerdi” ve bu nedenle şimdilerde 200-300 psikoterapi ekolümüz var. Her terapist bir durum üzerinde odaklanır ve o konuda gerçeğin bir öğesine sahip de olabilir; dolayısıyla her zaman böyle bir okul terapi toplantılarına başlar; terapist, hastanın probleminin ne olduğunun önceden farkında görünür. O, bunu ortaya çıkarmak için çabalar. Eğer o, problemin egoizm olduğunu "teşhis etmişse", bu, onun sonra odaklanacağı alandır; eğer seksüel bir şeydir derse, sonra o alanda odaklanır. Terapist, felsefi bir varsayım gibi, problemi önceden "teşhis eder" ve sonra tanımladığı problemin yerini belirlemek için usul izler. Bu daha da karmaşık olan yerdir : ruhsal tedaviye ait tüm psikoterapötik yöntemler, filozofik yaklaşımlardan öte bir şey değildir. Onlar gerçekten, bilimsel yaklaşımlar değillerdir. Ruhsal tedavinin psikiyatriyle (beyin, sinir sistemi, nörotransmiter) hiçbir işi yoktur; hiçbir şey. Bu insanlar uygun olmayan bir isim ileri sürdüler ¯"psikiyatri"¯ ki bu bir şeyken problem hakkında filozofça düşünüş her bakımdan farklı bir şeydir. Önemli bir noktayı tekrar vurgulamaya ihtiyaç duyuyorum. Onların iddiaları şu : "ruh" teriminin tanımını biliyor olmamızın bir önemi yoktur. Ruh yaratılmış birşey değil midir? Bir yaratılan değil midir? Eğer yalnızca Tanrı yaratılmadıysa, o halde, ruh yaratılmış bir şey olmalı. TAMAM. Sonra, yaratılmış her şey araştırmaya tabi tutulabilir." Pekâlâ, Şamlı Aziz Yuhanna'nın ne söylediğini biliyor musunuz? Şöyle :"yaratılmış her şey incelenemez."Fakat Yuhanna burada size ne söylüyor? Eğer bu yaratılmışsa, mutlaka incelemeye tabi tutulabilir, ya da mikroskop altına konmuş olabilir, ya da inceleme altına alınmış olabilir. Ya da olamaz mı? Soru : söyleyin bana, Başmeleklerin göksel ordusu yaratılmış mıdır, yoksa yaratılmamış mıdır? Onlar kesinlikle yaratılmıştır. Pekâlâ, onlar incelenebilir mi ya da tetkik edilebilir mi? Hayır. Öyleyse "yaratılmış her şeyin incelenemediğini" görüyoruz. Aynı Aziz, düşünce silsilesine devam ediyor :"Burada, göksel ordularla [melekler] insanlar arasındaki benzerlik nedir? Bu, Tanrı’ya doğru zihinsel harekettir, söylemiş olduğumuz gibi hayvanların ruhunda bulunmayan, çünkü onlar insanın ruhundaki durum gibi öze değil; yalnızca enerjiye sahipler. Görüyorsunuz, insan tarafından incelenemez olan, ruhun özüdür; yaratılmış olsa da incelenemez, göksel orduların durumunda olduğu gibi. Bu nedenle ruh incelenemez. Ruhun bir inceleme nesnesi olabileceğini iddia etmeye yeltenenler yanılıyorlar. Ruh yaratılmıştır, fakat incelenemez. Böylece eğer ruhu tespit  etmeye uğraşıyorlarsa bile, yine çözümleyemez olacaklar. Bazı güçler, bir gün bilimsel bir yöntemin geleceğini ve ruhu bize açıklayabileceğini söylüyorlar. Hayır, bu asla olmayacak. Yapacağı tek şey ruhun özünü değil; enerjileri, algılayabildiğimiz enerjileri tanımlamak olacak. Hala, yukarıdakilerin hepsine rağmen, hala kendi önerilerini sunan ¯uygun terapi üzerine öneriler¯ her ekole sahibiz ve bu "psikoterapi" denen labirentin başladığı yerdir.
            Tüm bu ekoller hakkında biraz ipucu, ne gibi şeyler olduğuna dair sadece küçük bir tecrübe vermek için size birkaç örnek vereceğim, fakat tekrar hatırlatmak istiyorum ki; sözde terapistler kalben en iyi niyetlere sahipler. Bununla beraber, iki şey de imkânsızdır; ruhu incelemek ve bahsettiğim ruhi şeyleri ona vermek : öz, Mesih’e ait olan mantık, Tanrı’ya doğru hareket ve arzuların dikey olarak yönlendirilişi, yukarıya doğru; çünkü önerilmiş her tedavi yatay bir yönde hareket ediyor. Onlar insanı, Tanrı’nın ötesinde bir şeymiş gibi inceliyorlar ve onu iyileştirmeye çalışıyorlar. Nasıl? Özü iyileştirebilirler mi? Hareketi? Arzuları? Onların teorilerinin hepsi ¯bugünlerde Yunanistan'da yaygın olan 25'i¯ onların hepsi, fakat kesinkes hepsi, dikkate almadan bahsettiğim bu üç noktanın önemini hesaba katmadan insana yaklaşıyorlar. Böyle olunca ruhun iyileştirilmesi imkânsızdır.

          -Psikoterapinin Dünyevi Yöntemleri Nelerdir?

         Pekâlâ, işte bir kaç örnek. İlk iyi bilinen örnek Freud’dan; psikoterapötik  yöntemlerin babası. Hatırlayacaksınız, kendisi psikiyatristti, fakat o aslında bir filozof haline gelmesine vasıta olan, ruh tedavisi ile ilacın birlikteliğini resmen başlattı. Şimdi bu incelemeye dikkat edin : psikoterapinin her şekli yalnızca felsefi bir yaklaşımdır; bu yüzden bugün Yunanistan'da pek çok psikoterapist, doktor değildir. Onlar genellikle senede bir ya da bir buçuk senede bir kez seminere katılıyor ve hemen psikoterapist oluveriyorlar. Bir sosyal hizmetler okuluna gidebilir, psikoterapi hakkında bir ders alır ve bir sosyal çalışan gibi bir psikoterapist olursunuz. Bunu akılda tutmalısınız : bu dünyevi "psikoterapi" ,sadece felsefi bir yaklaşımdır. Böylece Freud’un, ruhun bu yukarı doğru yönünden habersizliğini görüyoruz; haklı olarak belirtir ki; problemin kaynağı içgüdü içinde yerleşiktir; arzu içgüdüsü içinde bulunur, insanın içgüdüleri içinde. O tamamen onun "bilinçaltı" terimini yerleştirdiği yerdir. O, bunun saklı olduğu yerdir. Şimdi, bazı sosyal sınırlamalar, bazı kanunlar ya da düzenlemeler olduğu için, pekâlâ, biraz kısıtlanmış hissediyorsunuz ve o içgüdüleri açıkça ifade etmiyorsunuz; biraz korkuyorsunuz onlardan. Bu düzenlemeler bize "süperego" olarak verilmiştir, kişinin üstünde olan ve insanın üstünde baskı yapan. Bunun sonucu olarak, kanunun, ahlak biliminin ve kendi dürtülerimin beslenmişliğinin baskıları altında, sonunda, birden ortaya çıkan güç "ego”dur, yani kendimi nasıl sunduğumdur. Bazı şeyler vardır ki; içgüdüsel olarak yapmak istediğim, fakat kural ve ahlak bilimi tarafından engelleniyorum, bu sebeple bu "ego"yum ¯bu mazlum "ego". O andan sonra, kişi baskın içgüdülerinin ne olduğunu ortaya sermeye başlar. Bunun gibi bir içgüdü seksüel dürtüdür. Bu onların çıkışıdır. Onlar yerinde olarak, içgüdülerle ilgili olduğunu anlattılar, fakat onlar hangi içgüdüler? Onlar bu içgüdüleri nasıl tedavi edebilirler? Onlar yukarıya doğru harekete, Tanrı’ya doğru harekete, arzu-kedere sahip değiller. Öyleyse nasıl tedavi edebilirler? Edemezler.
         Oradan sonra her ekolün önerisi kendisini Freud ile uyumlu hale getirmeye başlar, ya da bunun biraz farklısı olur. Freud’un kavramı, iyi bildiğiniz gibi, onun hayatını hastalara anlatmaya başlamak içindir, ara vermeden ve ara vermeden... Çok uzun bir zaman için... Freud’un temeli, ilk metodu, 5,6,7 yaşlara bu anlatımı sürdürmek içindi, giderek sen içeriden, bütün tabulardan ve sana baskı yapan süperegodan özgür olacaksın; psikoterapistine açıkladığın tüm o ahlaki kanunlar, er geç senin içinden çıkacak, son olarak bilinçaltı da senin içinden serbest bırakılana kadar. Fakat, terapi burada nerede? Eğer tetkik sonuçları cinselliği temel neden olarak gösteriyorsa; hasta nasıl tedavi olacak? O arzu ne haline gelecek? O sapık arzu nereye yönlendirilecek? Bu sorulara cevap yoktur. Yine başka bir yol var "aktarım" denilen; başka bir filozofik metodun da içine giren, hastanın bir tek terapistiyle yakınlığa sahip olduğu; bu bir ilişkidir, terapistin hastanın ebeveyni rolünü üstlendiği, ya da zihnen hastayı seven kişinin yerine geçtiği. Bu durum, tedavi altındaki kimsenin doktorunu, terapistini idealleştirmesi, klasik Freud yaklaşımının temel bir yöntemidir. Burada, hasta idealleştirir ve de en sonunda hayatında örnek bir rol edinir  ¯çünkü daha önce hiç bir zaman buna sahip değildi; çünkü o, uygunsuz ifade edilmiş de olan o en gizli içgüdülerin sonuna kadar gitmişti ve şimdi o nihayet hayatında örnek bir rol buldu. Böylece "aktarım" denilen berbat bir yöntem başlar, hastanın kişiliğinin dış dünya ile olan bölümünün terapistin kişiliğinin dış dünya ile olan bölümüne bağlı haline gelmesi ¯bir kaç yıl alan bir süreç. Cinsel içgüdülerin sırf ayrıntılarıyla tanımlanmasının gerçek bir tedavi görmediğini ve ayrıca ona uygunsuz yöntemler bütünüyle yaklaşıldığını görüyorsunuz.

          -Aziz İman İkrarcısı Papaz Maksimus'a Göre "Ego" Nasıl Tedavi Edilir?
          Gelin biraz başka gözlemleri tecrübe edelim. İşte bilinen Adler hikâyesi. Bir üstünlük içgüdüsü vardır diyor, fakat nasıl tedavi edilebileceğini söylemiyor. Olduğu yeri belirlemem gerektiğini söylüyor ve doğru olarak nasıl bunu ifade edebileceğimi bilmem gerektiğini söylüyor. Pekâlâ, buna bencillik olgusu diyoruz.

          Bu nasıl tedavi edilir? O "ego" nerede çıkacak? Aziz İman İkrarcısı Papaz Maksimus'a göre ,"ego" Tanrı’da son bulur ve  uygun bir "ego" haline gelir mi? Tanrı olmaksızın bu ancak bedensel bir "ego”dur."Ego"yu yeniden görüyorsunuz, kendisini önce Tanrı'ya, "Ben, Ben Olanım"a tanıtması gereken ego ¯ve sen, sen kimsin, yaratılmış olan, "Var olan Onu" en sonunda bulur. Fakat o alçakgönüllü ¯kibri kırılmış¯ bir "ego”dur, kendisini Tanrı ile yüz yüze bulan. Öyleyse, o "ego" ne haline gelir? Kendisini nerede ifade edecek? Bunu kesin olarak belirleyecek araçlar, düzenekler nelerdir? Freud sorar : "İnsan bu duruma nasıl geldi? Nasıl oraya erişti? Seksin suçlanması gerekir." Adler der ki : "Hasta yapmakta olduğu şeyle ne elde etmeye çalışıyor? Pekâlâ, o bir lider haline gelmek istiyor." Derken üçüncü uzman gelir, Carl Jung, insanın yaptıklarının simgeselciliğini tanımlayan. Dolayısıyla şimdi, simgeselcilik resme dâhil olur. Hasta karmakarışık bir prosedür içine girer. Sorular : yapıyor olduklarınızın simgeselciliği nedir? Gerçekten olanak dâhilinde bu bir şeyi simgeleştirir. Fakat tekrar, terapinin bulunduğu yer değildir o. Oradan ileride, tam bir görüngü dizisinin çözümlendiği yer ¯Freud'u reddeden ve kendi ekollerini kurmuş olan öğrencileri var. Örneğin, Otto Rank var doğum travması üzerinde odaklanmış olan. Görünüşte, ona göre, bir çocuk doğduğu an bir çeşit şokla zarar görür ve o şok o kişide daima kalır. Hayatı boyunca o kişiye her ne olursa olsun ¯her ne psikolojik problem ortaya çıkarsa çıksın¯ her seferinde, doğum travmasının neticesidir. O iddia ediyor ki; doğum ilksel stresin nedenidir; görüyorsunuz, o iddia ediyor ki; anne karnından dış dünyaya çıkış bir çeşit şoktur ve bu şok hayatınızda belirleyici bir faktördür. Pekâlâ, Rank böyle demiştir. Şimdi, Theodore Reich başka bir şey iddia ediyor. Nitekim o "Üçüncü Göz İle Dinleme" adlı bir kitap yazdı. Bu, hayatımızın ilk devreleri boyunca anne ihtimamının kaybolmasına işaret eder. O, önceki doğum travması teorisini çocukluğun ilk yıllarına aktardı, bir kişinin hayatının ilk haftalarına. Örneğin, biraz kaygısız bir annenin durumunda olduğu gibi, çocuğun yanında olmayan çalışan bir anne ve bunun gibi... Psikoterapist araştırır... Araştırır... Temel neden için. Eğer bir Reichian okuluna gitseydiniz, nevrotik olduğunuzu onlar önceden bilebilirlerdi, çünkü hayatınızın ilk yılları boyunca anne ihtimamından yoksun bırakılmıştınız, o halde onlar o alanda araştırırlar. Fakat problemin kaynağı o değilse nedir? Eğer problem hala oradaysa, terapi de orada mı? Varsayalım problemin kaynağını buldular; bu bazı vakalarda öyle olabilirdi, fakat tüm vakalarda değil.

         Ya da Erich Fromm'unkilere benzeyen başka yöntemlere bakabiliriz. Erich Fromm ,"bir adam için tedavi olmak, bir kişi için tedavi olmak bu yeterli değildir; bütün toplum tedavi olmalıdır; çünkü halk her şeyin ölçüsüdür" diye iddia ediyor. Ben soruyorum, halkın nasıl tedavi edilmesi gerekir?" Onların hepsinin psikoanaliz olması gerekir" yanıtı veriliyor. Bu mümkün olabilir mi? Öneri öyle mutlak ki! Bu doğal olarak gerçekleşemez. Kilise ne der? O der ki; biz Mesih'te birlik istiyoruz; biz bütün dünyanın Mesih'te bir olmasını istiyoruz. Biz bireyi iyileştirmekle başlıyoruz ve her birey daha sonra toplumun dönüşmesine neden olacak. Fakat soru şudur : birey nasıl iyileştirilir? Pekâlâ, o, yukarıya doğru harekete kendisini teslim etmesiyle iyileştirilir, keder aracılığıyla, dert ve dünya nimetlerinden kendini çekme vasıtasıyla. Bu anlatacak çok fazla şeyi olmadığı görülen dikey bir ifadedir. Ünlü "psikoterapist" Wilhelm Reich'in ne dediğini dinleyin : nevrozun sebebinin kendimizi bedenen dışa vurmamamız; vücudumuza kendisini özgürce ifade etmesine izin vermememiz olduğunu söylüyor. Ve bütünüyle dışa vurum bütünüyle cinsellik içinde bulunur - Reich'a göre, cinsel bir patlama; peşinden gidilmesi gereken bir patlama. Reich’ın tedavi edici yöntemini dinleyin : çığlık atmalısınız, kendinize vurmalısınız ve ¯müstehcenliği bağışlayınız¯ kusmak için kendinizi zorlamalısınız, mastürbasyon yapmak için, karşılıklı mastürbasyon yapmak için, karşılıklı seks ve grup seks için. Görünürde bu "tedavi"nin vücudun ihtiyaçlarını giderdiği varsayılıyor. Bu, tenselliğe duyulan basit bir eğilimden uzaktır; bu kendisini dışa vurmaya hazırlanan tenselliğin bütünüyle yoğunlaşmasıdır. Bu tarz şey neyi iyileştirebilir? Tüm bu yöntemlerin, Kilisemizin sağlığa yararlılığıyla ne ilgisi var?

         Ne yazık ki vaktimiz kısıtlı ve konuyla ilgili Kilise Babalarına ait bir yazı okuyamıyorum. Babaların ilgili tüm yazıları, hazırlamakta olduğum yazının mütevazı bölümüne dâhil olacak. Ayrıca birçok başka durum var psikoterapiye ait : varoluşçu inceleme var - Rollo May'e göre, neden yaşıyoruzun problemi, neden varız, insanın sert mücadeleleri vb. İnsan yalnızca ayrıntılı "veriler"ine dayanılarak kavranabilir diyen, yani, onun yaşam koşullarını bilmelisiniz; o neye benzer, neden öyledir, o ne yer, vb, insan ancak bunlar bilinince iyileştirilebilir diyen bir diğer teori var. Buna "morfolojik terapi" deniyor. Pek çok isim..."rasyonalist psikoterapi" Albert Ellis tarafından ileri sürülen : hayatımızdaki herhangi bir şeyi kanıtlamaktaki yetersizlik; Maslow’un incelemesi : eğer kendimizi gerçekleştirmeyi başarırsak hayatımızı kurtarırız; Erikson'un incelemesi. Bir sürü gerçekleşmesi mümkün olmayan hipotezler grubu! Önümde onların bir listesi duruyor ve onlar başımı döndürüyor. Tüm bu uyarlamalar evrimin başka bir formunda sonuçlanıyor ¯"grup terapi"¯ ki bu tedavide terapistlerin her biri farklı bir teori ileri sürdüklerinin ve her hastanın tamamen farklı bir problemle, tamamen farklı bir sebeple, tamamen farklı bir durumda olabileceğinin farkına vardılar. Böyle olunca onlar neden tüm bunları bir araya getirmediklerini ve eğer tüm vakalar dinlenirse toplu bir sonuç elde edeceklerini düşündüler. Dolayısıyla, yirmi farklı şikâyet davası dinliyorsunuz ve iddia ediyorsunuz ki; onların hepsi size ait. Birisi haykırıyor :"annem yüzünden hasta oldum"; başka bir kişi kendini bedenen dışarı vurmadığı için hasta olduğunu iddia ediyor; bir başkası doğarken yaşadığı şoktan zarar gördüğünü iddia ediyor ve bir diğeri probleminin cinselliğe dayalı olduğunu iddia ediyor. Onlar tüm bu şeyleri bir grup içinde dinliyor ve size şöyle diyorlar : "siz de bu davaların içinde bir yerlerdesiniz". Ne yazık ki, böylece, gruba tek bir problemle giriyorsunuz ve oradan yirmi problemle çıkıyorsunuz. Sonuç, bu derin araştırmamıza verecek hiçbir şeyi olmayan uçsuz bucaksız bir kaostur.

        -Her Kim Benim Uğruma Ve Sevindirici Haber'in (İncil’in) uğruna Canını Hor Görürse, Onu Kurtaracaktır.

         Bu kısa incelemeyi noktalarken, yaralanabileceğiniz bir ya da iki şeye son olarak değineceğim. Hepsinden önce farkına varacaksınız ki; tüm bu "terapiler"in içinde (dâhil olan kişilerin gerçekten ve samimiyetle başkalarına yardımcı olmanın yollarını aradıkları tedaviler¯ fakat bu nasıl olacaktır?) insanın ahlak bozukluğu ve dürtüsü için bir terapinin herhangi bir bahsi yoktur; ruh için bir başvuru yoktur, ya da dünya nimetlerinden kendini çekme için, arzu için ,"mantık" için ¯bu meselelerin herhangi birinin bahsi yok. Tek bir kelime bile yok.

         Son olarak, Babaların anlamını açıkladığı, Mesih’in harika konuşmasında ne söylediğini hatırlıyorum. Mesih’imizin sözleri hakkında hiç uzun uzun düşündünüz mü? O, "her kim canını kurtarmak istiyorsa; onu hor görmelidir" derken : “Her kim benim uğruma ve Sevindirici Haber'in uğruna canını hor görürse, onu kurtaracaktır”. Bu sözlerin üzerinde hiç düşündünüz mü? Hüzünlü değil mi? Mesih’in Kendisinin böyle söylüyor olduğunu duymak : “Her kim canını hor görürse...” Efendimiz, Sen burada ne diyorsun? Sensin ruhumuzu bize veren. Babalarımız muhteşem bir yorumlama becerisi ile şöyle cevaplar : “buradaki ruh, özü olmaksızın ve sadece enerjisiyle, sadece hayvansal kapasitesiyle hareket edendir”. Bu yüzden İncil'deki olayda, akılsız adam şöyle demiştir : "oh canım; ye, iç ve keyfine bak; çünkü zenginliğe sahipsin".Farkediyor musunuz? Bunlar hayvansal enerjilerdir, yukarı doğru gerekli hareket ve öz olmaksızın, dert ve keder olmaksızın, can konusunda aşırı derecede kaygılı olmaktır. “Her kim canını hor görürse...” Bu, hor görmeniz gereken ruhtur : onun sadece hayvansal enerjisine yanıt olarak kendinizi durmaksızın hakkında kaygılı kıldığınız ruhtur. Eski alışkanlıkları bırakmalısınız ve ruhunuzun mantıksal tarafıyla ilgilenmelisiniz (=öz) ,ve yukarı doğru hareketle, Tanrı’ya yönelmeyle (ikinci tedavi edici araç) meşgul omalısınız ve üçüncü olarak, arzularınıza üstün gelerek ve Tanrı'ya ve ve keder ile çilekeşliğe dönerek kendinizi yönlendirmelisiniz. Sonunda, Günah İtirafı Gizemine varacaksınız. O, terapinin görevlendirildiği yerdir. Hasta ruhun başka bir boyuta taşınması böyle olur.

        -Bir Gizem Yöntemleri ve Teknikleri Hoş Görebilir mi?

        Bunun kefaretinin ne olduğunu soruyorlar. Pekâlâ, kural şudur : bedenin, duyuların, bütün varoluşumun Tanrı’ya dönüşü; Tanrısal söz olan mantığın ruha tanıtılması; öyle ki Söz olan Mesih, ruhun içinde yaşasın. Bunu başarınca, ruh artık "oh canım, pek çok zenginliğe sahipsin" diyen bir ruh olmayacak; bunun yerine ,"ruhum, ruhum, ayağa kalk! Neden uyuyorsun?" diyen bir ruh olacak. Farkı görebiliyor musunuz? Büyük Oruç dönemine giriyoruz.

        Gizem, tüm üstün yöntemlerin hiç bir tekniğini hoş görmez. Teknikler? Ne teknikleri? Teknikler bir kişinin tutkularının, yatay olarak, daha da fazla patlamasını engelleme amaçlı felsefi tanımlamalardan ve girişimlerden başka bir şey değildir. Bunlar arasında kendimize mal edebileceğimiz hiç bir teknik yoktur. O halde başladığım yere dönüyorum. Hayır, yukarıdaki yöntemlerin hiçbirini alamayız. Bu mümkün değildir. Bu kabul edilebilir değildir. Kilise’nin, Kutsal Ayinde kullanmak üzere fırından ekmek alması başka bir şeydir; bu bir çeşit "içeriye alınan şey”dir. Yöntem almak ise başka bir şeydir. Yöntemi Killise içine alamayız. Psikiyatriden; beynin işlevi, nörotransmiter hakkında bilgi alabiliriz ve diğer birkaç ilave şeyi anlayabiliriz. Hatta psikologdan gözlemlerini alabiliriz : “işte, ona baskı yapan bir ailede yaşayan çocuk okulda ruhen hasta bir çocuk olacak” ve bunu sıradan bir gözlem olarak özümseyebiliriz; sadece bu bakış açısını dinleriz. Fakat ,"dinsel alan dışındaki sözde “ruhsal tedaviye ait” yöntemlerin hiç birini alamayız. Bu, Kilisemizin kanunlarına aykırıdır. Gizem, analiz ettiğim sebeplerden dolayı, böylesine bir yöntembilime tabi tutulamaz.

Zor bir konuydu ve bunu basitleştirilmiş bir şekilde çok küçük parçalar halinde size sunmaya çalıştım; öyle ki şimdilerde hâkim olan kargaşa hakkında oldukça net bir fikre sahip olabilesiniz. Onun dışında, Kilise’nin bünyesinde olmayıp ve hala başkalarının, boşlukların dışına atlamasına engel olmaya çalışanlarla ilgili olarak (sonunda Kilise'yi keşfetmelerine kadar) şöyle diyebiliriz : pekâlâ, onlar yardım etmek için ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar.

 

[1] İçinden geldiği gibi, içgüdüsel, düşünmeden.

 

 

  

28-11-2013 tarihinde yazéldé.

28-11-2013 tarihinde güncellenmiştir.

SAYFA BAŞINA DÖN