Başpapaz Konstantinos Stratigopoulos tarafından,
18 Mart 2003 tarihinde, Azize Paraskevi
mahallesindeki Panhelenik Veliler Birliği'ne
yapılmış olan konuşmanın kaset kaydındandır.
-Giriş
-İçeriye alınan şey ile kastedilen nedir?
-Psikiyatri nedir?
-Psikoloji nedir?
-Psikoterapi nedir?
-Psikoterapinin "ruh" terimiyle ilgili
bir tanımı var mı?
-Kilise Babaları'na göre,"ruh" teriminin
tanımı
-İlk tanrıbilimsel özellik
-İkinci tanrıbilimsel özellik
-Üçüncü tanrıbilimsel özellik
-Ruhsal tedaviye özgü yaklaşım nedir?
-Ruhsal tedavinin dinden bağımsız
yöntemleri nelerdir?
-İman İkrarcısı Aziz Maksimus'a göre
"ego" nasıl tedavi olur?
-Her kim canını benim ve Kilise'nin
uğrunda hor görürse, onu kurtaracaktır.
-Bir Gizem, yöntembilimleri ve teknikleri
hoş görebilir mi?
¯Giriş
Önümüzde gayet anlamlı, çok ciddi bir
inceleme ve çok nazik bir yayınımız var, çünkü
konu tam bu karşılaştırmayı tanımlıyor : ¯
Dünyevi Tedavi Tekniklerine karşı Ortodoks Ruh
tedavisi ¯ birçok kavram karmaşası ve hatta
gereksiz karşıtlıklar yaratabilir. Konunun
oldukça geniş olması dolayısıyla
¯kullanabileceğim sınırlı zamanda¯ bir dereceye
kadar genişleterek ve de nazik dikkatlerinize
bazı çok önemli kavramları basit sözlerle
sunmaya çalışarak, bu incelemelerle her ne
zaman karşılaşırsanız; bunları biraz daha iyi
kavramanıza olanak tanıyacak bir anlayış
derecesine, bir tür ipucuna sahip olabilmeniz
için basit bir ana çizgi vermeye çalışacağım.
Hepsinden önce, bu karşılaştırmadaki amaç
nedir? Bunun gayesi nedir? Öncelikle ihtiyacımız
olan; bazı belirli anlamlara açıklık getirmek;
karşımızda ne olduğunu bilmek, kolayca
anlaşılmayan teknik terimlerin ne olduğunu, tam
olarak ne anlama geldiklerini bilmektir.
"Psikoterapi" kelimesiyle kastettiğimiz tam
olarak nedir? İkinci olarak da, Kilisemiz için
ciddi ve temel zorunluluk olan bir şeyin
üzerinde durmaya ihtiyacımız var ki bu, uygun
olmayan unsurları "içeriye alma" riskidir.
-"İçeriye alınan şey ile ne
kastedilmektedir?
"İçeriye alınan şey" ile ne
kastedilmektedir? Biliyorsunuz, Kilisemiz her ne
zaman papazlığa ait görevler icra etmek için bir
yere girse, misyonerlik yaptığı zaman orada
mevcut olan kültürel unsurları ¯o ülkedeki¯
"içeriye alır" ,o ülkenin "insanoğlu" ¯deyim
yerindeyse¯ ve o insanoğlunun bünyesi içinde,
Tanrı’nın sevgisini açıklamak için bu usulü
izler. Benzer bir şekilde Mesih,
insanoğullarının vücudunu alır ¯insan tabiatını.
Böylece "içeriye alma" önemli bir mevzu.
Kutsama için içeri alınabilecek her ne varsa
içeri alırız. Mesih, insan tabiatı aldı; O,
insan tabiatının günahkârlığını içeri almadı.
Böyle olunca, bu usullerin bulunduğu o yerlerden
içeriye alabileceğimiz bir şeyler var mı? Yok
mu? Ruhun sağlık sorunlarına yaklaşmak için
¯geliştirilmiş olan tüm bu yöntemler¯
kullanabileceğimiz yeni teknikler var mı?
Peşinen vurgulamaya ihtiyaç duyuyorum ¯işaret
edeceğim alanlarla ilgili olarak ve özellikle de
psikoterapi hakkında¯ konuyla meşgul olanların
kendilerinde pozitif bir görünüş vardır, pozitif
bir yatkınlık; diğer sözlerle, emeklerinde kötü
hiçbir şey yoktur. Onlar içtenlikle, bugünün,
gururu ve duyguları yaralanmış, yorgun
insanlarına yardım etmek istiyorlar. Bu, insana
yardım etmek için dürüst bir gayrettir. Bununla
birlikte, önemli husus, insana yardım etmek için
nasıl hareket ettikleridir.
İzin verin, öncelikle terimlere açıklık
getirerek başlayayım. Önümüzdeki daha aşina
olduğumuz terimler : psikiyatri, psikoloji ve
psikoterapi. Bu üç terimin her biri diğerinden
farklıdır. Hristiyanların farkına varabilmeleri
ve zihinlerindeki meselelerde şaşırmış ve
yanıltılmış olmamaları için nasıl farklı
olduklarını ve ne olduklarını açıklayacağım.
-Psikiyatri nedir?
Psikiyatri ¯tıbbın bir kolu olarak¯
beynin fonksiyonlarıyla, sinir sistemi ile ve
onun nörotransmiterleriyle ilgilenir. Şimdi
bunu, rahip sınıfından olmayan bir kişinin
kullandığı terimler olarak söylüyorum; başka bir
deyişle, psikiyatri temelde, problemin fiziksel
durumlarıyla ilgilenir. Nitekim vücudumuzun her
yeri için tıbba yönelik saygı gösterdiğimiz
gibi, aynı şekilde beynin organik durumlarına
yaklaşan, sinir sistemine (bu da bir organdır)
ve nörotransmiter denilen, bugün insanları
tedavi etmek için daha derin, kalıtımla geçen
fonksiyonları keşfetmek için bilim tarafından
oluşturulmuş bir girişime de saygı gösteririz.
Bu, organik bir mesele hakkındaki her şeydir ve
kabul edilmesi gerekir ki; bugün psikiyatrik
bölümlerin çoğu ,"psikiyatri" teriminin uygun
olmadığını, çünkü onun içeriğinin fiziksel
olduğunu itiraf ediyorlar. Bizim ülkemizde
(Yunanistan) ve yurt dışında ,"psikiyatri"
teriminin yetersizliği konusunda pek çok yazı
yazılmıştır. Görüyorsunuz, terimin kendisi
konuları karıştırıyor. Psikiyatri, fiziksel
bir yaklaşımdır. Bunu aydınlığa
kavuşturmamız gerekir. Öyleyse, bu mantık içinde
psikiyatriye hiç bir şekilde karşı değiliz,
yani, eğer bu sadece hasta bir beyni
tanımlıyorsa, ya da sinir sistemini, ya da başka
birşeyi tanımlıyorsa, vücuda aittir. Elbette
beden, ruhun bazı fonksiyonlarından dolayı
hastalanabilir de. Bunu daha sonra gözden
geçireceğiz, fakat şimdi sizin, psikiyatrinin
bilimsel bir dal olduğunu ¯bir bilim¯ vücudun
bir bölümünü tetkik ettiğini anladığınıza
inanıyorum; ifade etmekte olduğu şeyi uygunsuz
bir tanımlamayla ifade etmesi sadece
rastlantısaldır. Üstelik diğer ülkelerde
psikiyatri bile demiyorlar,"akla ait
hastalıklar", “akıl hastalıkları” diyorlar.
Böylece, madem ki psikiyatri aşina olmadığı
diğer alanlara nüfuz etmeye kalkışmadı,
zihnimizi burada psikiyatri ile meşgul
etmeyeceğiz. Bu tümüyle fiziksel bir
faaliyettir. Umarım şimdi bu konu sizin için
aydınlanmıştır.
-Psikoloji nedir?
İkinci olarak psikoloji var. Yine bu da
şanssız bir terimdir : Psikoloji ne yapar? Bir
kişinin farklı koşullar altında nasıl
davrandığını tespit eder. Başka şekilde söylemek
gerekirse, mesela, eğer gündelik bir işçi
gürültülü bir fabrikada çalışıyorsa; yorulur ve
hastalanır, çünkü gürültü onun için çok
fazladır. Psikoloji bu reaksiyonları gözlemler
ve şöyle rapor eder : "gürültü olduğu zaman, bu
adam fenalaşıyor". Bu, birisinin tepkilerinin
basit bir incelemesidir. Size bunu çok basit bir
şekilde söylüyorum : Psikoloji, ruhun
reaksiyonlarını basitçe gözlemler, fakat ruhun
kendisi hala garip bir şey olarak durmakta.
Psikoloji sadece davranışları gözlemler. Birisi
güneş ışığı olmayan bir yerde uyur, kendisini
biraz depresif hissettirecek olan güneş ışığı
olmayan bir yerde : psikolojinin tutacağı kayıt
budur. Bu; davranışları, tepkileri
gözlemlemekle ilgili her şeydir.
-Psikoterapi nedir?
Ayrıca bir de Psikoterapi var.
Bu, bazı kişiler tarafından "ruhu iyileştirmek"
için yapılmış bir girişimdir. Bununla birlikte,
bir psikiyatrist için sınırlarını aşmak ve
kendini psikoterapiye teslim etmek bile söz
konusu olabilir. Bunun gibi, bir psikolog da
kendi sınırlarını aşabilir (mesela, bağıran ya
da kavga eden bir ailede yaşayan çocuğun okulda
sinirli bir çocuk olacağını psikolog açıkladığı
zaman). Bu, psikolojik bir gözlemdir. Fakat bir
gözlem, ruhun ne olduğuna açıklama oluşturmaz.
Bu yalnızca, bir ruhun kendisini nasıl ifade
etttiğine dair bir gözlem, ruhu tedavi etmeye
yönelik bir çabadır. Bir kişinin psikoterapi
uygulaması için bir psikiyatrist ¯ya da
psikolog¯ olmasına gerek olmadığını
vurgulayacağım. Siz de çeşitli felsefi görüşleri
benimseyen bir psikoterapist olabilirsiniz.
Psikoterapi, çeşitli felsefi anlayışların ruh
hakkındaki ifadeleridir. Bu, tehlike arzeden
bir yalandır; çünkü psikoterapi ruhun sağlığı
için uğraşır ve aslında ruhun iyileşmesi için
uygulanacak yöntemleri çoktan önermiştir. Bu
sebeple bizi ilgilendiren (ve o hususta doğru
olmayan bir birleşim olabileceği, kiliseye ait-
papazlığa ait tedavi ve günah itirafı)
psikoterapisel yaklaşımdır. Diğer uzmanlıklar,
söylemiş olduğum gibi, sınırların dışına çıkmama
koşuluyla (eğer bir psikolog, psikoterapi
uygularsa; kendi görevinden, yani hastanın
davranışlarının gözlemlenmesinden, sapmış olur)
belirlidir.
-Psikoterapi ,"ruh" teriminin bir
tanımına sahip midir?
Böylece eğer, kullanılmış olan
terminoloji konusunda taslağını çizdiğim bu
temel önerileri kavradıysanız, devam edebilirim.
Şimdi, psikoterapinin ve iyileştirmekle ilgili
uğraşısının ne olduğunu, gerçekten nasıl
iyileştirdiğini sormak için burada duracağım.
İlk soru : Psikiyatri biliminin kendisi "ruh"
terimini tanımamaya başlıyor. Bunun gerçek
olduğunu kabul etmiyor. O halde , "ruh "
dedikleri tam olarak nedir? Onların "ruh"
tanımlamaları nedir? Ruh-biliminin uzmanlık
alanına ilişkin pek çok sözlüğü ve bilimsel
eseri, elimden geldiğince kontrol ettim. "Ruh"
teriminin tanımlandığı hiç bir yer yok. Başka
bir deyişle, bir şeyle ilgileniyoruz ¯varsayalım
biz psikoterapistiz¯ ve henüz bilimimizin özünün
ne olduğunu bile bilmiyoruz. "Jeolog" dediğim
zaman, dünyayı araştıran birisini kastediyorum,
onun araştırmasının özü dünyadır."Biyolog"
dediğim zaman, yaşayan bir organizmanın organik
hayatını araştıran birisini kastediyorum. Tüm bu
bilim dallarının her biri birer öze sahiptir;
henüz psikoterapist ¯ve tabii ki, sadece, ruhun
çeşitli durumlardaki tepkilerini inceleyen
psikolog¯ ilgilendiği nesneyi bilmiyor!
Psikoterapide ,"ruh" teriminin tanımı yoktur.
Bulunmamaktadır. Hiçbir yerde. Bundan dolayı,
aslında ,"uzmanlar" neyle ilgilendiklerini
gerçekten bilmiyorlar. İşte tam bu yüzden şimdi
tanrıbilimsel bir yaklaşımda bulunmaya
başlayacağım; yani Kilisemizin söylediklerini
size anlatıp sonra bir karşılaştırma yapacağım.
-Kilise Babalarına göre "ruh"
teriminin tanımı :
Patristik yazılarda ruhun bir kaç
tanımını buldum. "Ruh"un anlamına yaklaşan ve
"ruh" teriminin bir tanımını veren Babaların
sadece ikisinden alıntı yapayım izninizle.
Hepsinden önce, Aziz Tanrıbilimci Gregori
tarafından verilmiş olan, çok basit ¯fakat
temel¯ bir tanım var. Bu tanım onun yazılarının
birinde bulunur : "Dogmatik Destanlar"
(Destanlar=şarkılar) , orjinali eski Yunan
dilinde yazılmış olan ve aslında eski İambik
(Iambic) şiirsel biçimde (son derece zor bir
şiirsel form olan) , fakat bunun bir çevirisini
size okuyacağım. (Bu, dogmatik şiirin gerçekten
şaheser bir bölümü). Aziz Tanrıbilimci Gregori
,"Dogmatik Destanlar"ında ruh hakkında şöyle
der : "Ruh, Tanrı’nın nefesidir, Tanrı’nın
ona tahsis ettiği her şeyi yoldaşı olarak
kucakladı." ¯bu bir ana fikirdir. Bu, Aziz
Gregori'nin yaklaşımıydı¯ basit bir yaklaşım :
"Tanrı nefes verdi". Daha gelişmiş bir tanımlama
¯çok daha gelişmiş bir tanımlama¯ Aziz
Tanrıbilimci Gregori'den birkaç yüzyıl sonra,
Şamlı Aziz Yuhanna tarafından onun (her
Hristiyanın okuyacağını ümit ettiğim kitap)
inancımızın dogmalarını basit ve mükemmel bir
tarzda gözler önüne serip incelediği, "Ortodoks
İnancımızın Tam Baskısı" denilen bu mükemmel
kitabında verilmiştir. Bu sebeple, bu kitaba
"Ortodoks İnancımızın Tam Baskısı" deniliyor.
İzninizle, Şamlı Aziz Yuhanna'nın orada yazmış
olduğu yazıyı okuyayım... Ruhun tanımı : “Ruh,
o halde, doğal, vücutsuz, maddi
varlığı olmayan öz, bedeni gözlerimizin tabiatı
tarafından görülmeyen bir canlıdır;
bu mantıklı ve yüksek zekâ sahibi bir şey;
biçimi olmayan bir şeydir. O, bedeni
bir alet gibi kullanırken, büyüme, algı, doğum
ve hayatla birlikte bedeni vakfederken (...)
fakat kendisi serbestçe saf, kendi kendini
yöneten, iradeli, faal, değişebilir kalır ¯bu,
değişmek için etkilenebilir anlamında¯ bu
ayrıca, tüm üstün nitelikleri çok önce
yaratılışla edinen, Yaratıcı’sından kendi
tabiatını edinen, yaratılmış bir şeydir .”
Sunduğu bu anlatım, incelemek için saatler
isteyen derin bir tanımlamadır. "Öz" kelimesine
dikkat edelim! Bu "yalın" kelime ¯"öz"¯
analizimiz için çok önemli. Tanrı "yalın" diyen
Tanrıbilimci Gregori'yi bir kez daha analım.
Madem ki ruh, O’nun bir yarattığıdır, ama aynı
zamanda Tanrı'nın bir görüntüsüdür; bu fazla
"yalın”dır, başka bir deyişle, herhangi bir
ayrıma sahip olsun diye yapılmadı. Bu elbetteki
görünmezdir, mantıklı ve zekâ sahibidir.
Öyleyse, sadece hatrınızda tutun ki; bu
yaşayan bir özdür, yalın olan ve sadece
değindiğimiz diğer her şeydir ve elbetteki
yaratılmıştır - birisi tarafından yaratılmıştır.
Şimdi, üç yaşamsal alanda,
elinizden geldiği kadar sözlerimi takip etmenizi
ve dikkat etmenizi rica edeceğim, eğer
Kilise'nin bedeni tarafından kavranılırsa, tüm
psikoterapötik yöntemler arasında ayırt etmek ve
temyiz için ihtiyacımız olan şu silahlar
elimizde olacak. Şimdilik ne olduklarını
söylemeyeceğim. Öncelikle, Kilise’nin sahip
olduğu hazinelerin çeşitliliğinin farkında
olmalıyız, sonra herhangi bir rekabet olmadan,
başkalarının göstermesi gerekeni inceleyene göre
kendi karşılaştırmamızı yapabiliriz. Bu kişiler
tarafından çekilen zahmete ve çalışmaya saygı
duyduğumu çoktan söyledim : bazı kişilere
hayata tutunmaları, belki intihar etmelerine
bile engel olmak için yardım etmeye
çalışıyorlar. Buna saygı duyabilirim! Fakat bu,
onların yöntemlerini ya da tanımlamalarını kabul
ettiğim anlamına gelmiyor. Onlara dinsel
konulara sövüp sayanlar demekten her ne kadar
geri duruyorsam da (sadece onlara bilgisizler
diyorum); şu bir gerçek ki; yaptıklarına rağmen,
sunmak için büyük güzelliğe sahip olan verimli
bir tanrıbilime sahibiz. Pekâlâ, şimdi
ayrıntılı araştırmamıza esaslı cevaplar veren,
tanrıbilimimizin üç çok önemli özellliğine
bakalım. Bugün, bu yayınlardan edindiğim geniş
bir kitabın bir taslağı gibi, bu şeyleri size
ilk kez sunuyor olmaktan çok mutluyum. Bu özel
birinci sınıf taslağımı nazik dikkatlerinize ilk
sunuşum.
-İlk Tanrıbilimsel Özellik :
Bu üç çok önemli tanrıbilimsel özellik
nedir? Pek çok Kilise Babası bu özellikler
hakkında konuşmuştur; fakat onların, aktarılan
en yüce sözlerinin sadece bazılarını seçtim ve
alıntıladım.
İlk tanrıbilimsel özellik. Aziz
Gregori Palamas şaşırtıcı bir şey yazdı ki,
bir kişinin ruhu, öze ve enerjiye sahiptir.
Şimdi, terminolojinin sizi şaşırtmasına izin
vermemeniz gerekir."Enerji" algılayabildiğimiz
herhangi bir şey olarak ifade olunmuştur :
duygular, sezgiler, bizim ulaşamadığımız özün
enerjileridir. "Enerji",davranışlarımızı ifade
eden bütün bu şeylerdir. Öz ve enerji. Aziz
Gregori Palamas der ki; hayvanların ruhu
(buraya, hayvanların bir ruhu olduğunu nasıl
kabul ettiğine dikkat edin, tek soru; bu ne
çeşit bir ruhtur?) vücutlarının hayat gücüdür.
Onların ruhları için öz yoktur, bir enerjidir
sadece. Açlık hissediyorlar, hoplayıp
zıplıyorlar, orada burada sıçrıyorlar; çünkü
vücutlarında sergilenen enerjilerden daha fazla
hiçbir şeye sahip değiller. Bu yüzden bedenleri
dağıldığı zaman, o enerji de onun beraberinde
dağılıyor. Bu hiçbir şey değil ama bir enerji.
Kutsal Kitap'ta da böyle der. Orada ;"Hayvanın
kanı, onun ruhudur" der. Fakat bu bizim
konuştuğumuz, "görüntüsünde" gibi algıladığımız
ruh değil, bu sadece hayvanın bir enerjisi. Bu
nedenle, gördüğümüz gibi, biz insanlar "öz" ve
"enerji" ,her ikisine birden sahibiz
ruhlarımızda. Sadece insan "öz" e sahip.
Enerjiler yalnızca belirli hayati
hareketlerdir. Hayvan sadece et değildir, o
hareket eder, Yaratıcı bunları hayvana verdi.
Fakat onlar sadece enerjilerdir, onlar öz
değildirler. Aziz İman İkrarcısı Maksimus şöyle
der : "Adamın ruhu hareket eder; bu besleyicidir
ve büyütür." (Hareket-beslenme-büyüme : bunlar
ruhun enerjileridir.) Maksimus ayrıca, ruhun
"ani hareketli" olduğunu söyler. Hayvanlar da
içinden geldiği gibi davranır (dürtüleri var) ve
bu bir enerjidir, fakat Maksimus der ki; insanda
"mantık" da vardır, bu, gelen ve kendisini
"mantıklı olarak" ruhun üzerine yerleştiren,
Tanrı’nın Kayrasıdır. O, Tanrı'nın özüdür.
Çoğaltıcı ve fevri
hareketli unsur hayvanlarda var, fakat
"mantıklı" unsur yok; bu sebepledir ki,
Kayseriyeli Aziz Vasilios ¯Kilise Babalarından¯
daha sonraki, hayli etkileyici bir çalışmasında
¯"Hexaemeron" [=Yaratılışın altı günü]¯
şöyle diyor : "Hayvanların ruhun bu özüne sahip
olmamaları sebebiyle, Tanrı, diğer duyuların bir
üstünlüğü ile onların mantık eksikliklerinin
yerine bunları koymuştur. Hayvanların,
insanlardan nasıl daha iyi atlayabildiğini
hepimiz biliyoruz, onlar bizden daha hızlı koşar
ve bizim yapmadığımız diğer şeyleri yaparlar,
çünkü mantığın oturduğu, ruhun o özünden mahrum
olmaları sebebiyle onlar sadece fevri hareketli
ve beslenme ile ilgili öğelere sahipler. Eğer
ruhun özünü dikkate almazsak, diğer tüm şeyler
nedir? Sırf hayvan ifadeleri : Kızgınlık...
Rahatsızlık... Asabiyet... Sert mücadele...
Açlık hissediyorum... Açlık hissetmiyorum...
İhtiyaçlarım var... Eğer özü ortadan kaldırırsam
¯yalnızca Kilise'nin bildiği, bunu da tanımlamış
olan biriydi¯ o zaman hakkında konuştuğum ne
çeşit bir ruhtur? Eğer ruhun enerjisi ve özü ile
ilgili bu meseleyi ayırt edemiyorsam; Palamas,
Kayseriyeli Vasilios, Tanrı bilimci Gregori ve
Maksimus tarafından anlatıldığı gibi; o zaman
ruha yaklaşmayı nasıl umabilirim? Birazdan
göreceğiz ¯göstermeye çalıştığım birkaç örnekle¯
ruhun mantıklı kısmını bütün psikoterapötik
yöntemler nasıl yok sayar, insan
içgüdülerini sadece terapötik bir yöntem
şeklinde nasıl sınırlarlar ya da abartırlar.
Fakat onlar konunun özünü kaçırıyorlar. Ruhun
hem enerji hem de öz olduğunun farkında
olmadıkları zaman ve bunun sadece enerji
olduğunu ileri sürdüklerinde, ruhu nasıl
iyileştirebilirler? Umarım bu konu sizin
için açıklığa kavuşmuştur!
-İkinci Tanrıbilimsel Özellik :
İkinci tanrıbilimsel özellik.
Şimdi de eşit derecede önemli olan ikinci
tanımlama. Bu, Aziz İman İkrarcısı Papaz
Maksimus'un tanrıbilimsel hazinesinde
bulunmuştur. Bunu basitleştirilmiş bir şekilde
ifade edeceğim. Maksimus diyor ki; her şey
¯elbette insan dâhil¯ kendi varoluşuna, bir
hiçlik durumundan kendi özel varlığına sahip
olmuştur ve bu şimdi hareket etmektedir. Bunun
sebebi, her şeyin harekete geçiren bir amaç
tarafından yapılmış olmasıdır. Bu, insanın Tanrı
tarafından nasıl yapıldığıdır : insan hareket
eder, çünkü o, Tanrı tarafından yapılmıştır. O
hareket eder; sürekli hareket halindedir. Bu
devinim, insanın Tanrı'ya doğru hareket
edebilmesi için Tanrı tarafından armağan
edilmiştir. Bu, hareketin amacıdır. Bu,
yukarı doğru sürekli bir harekettir, insan daima
ve durmadan yukarıya ve Tanrı'ya doğru hareket
eder, ta ki en sonunda Tanrı'nın içine dâhil
olana kadar ¯büyük tanrıbilimci İman İkrarcısı
Papaz Maksimus'un söylediği gibi ¯insanın sanki
durmuş gibi görünen bir duruma ulaşması; fakat
aslında durmaz. Tanrı asla son bulmaz; O
sonsuzdur. Elçi Pavlus söylememiş midir
;"zaferden zafere" diye? Böyle olduğu halde,
insan sonunda, Tanrı’da huzur bulmaya gelir. Bu
ne anlama geliyor? İnsanın nihayet
değiştirilemez bir insan olması anlamına
geliyor. Görüyorsunuz, Tanrı’ya doğru sürekli
olarak hareket ediyor olabilmemize rağmen, gene
günaha yeniliriz ¯birazcık burada, birazcık
orada¯ ve biz sıklıkla günahkâr düşüncelere
düşeriz, fakat Tanrı’ya doğru hareketimizi
sürdürürüz ve Kilisemizin tedavi edici
yöntemleri, bizi Tanrı'ya doğru hareketli tutmak
için kesinlikle bir teşviktir. Hareketliliği
bırakmamak için, Kilise bizi tedavi edici
tavsiyeleriyle teşvik eder : dua ederiz, tövbe
ederiz, bütün kuvvetimizi bunun içine
yerleştiririz... Bu bizi O'NA doğru götürecek
olan hareketin türüdür. Fakat biz sürekli olarak
düşeriz, tekrar... Ve tekrar..."Tanrı'da
huzur bulmaya gel"menin anlamı ¯sonunda¯ bir
hareketsizliğe erişmek, fakat buna rağmen
bildiğimiz gibi bu, hareketsiz olmayan; insanın
sonsuza dek değiştirilemez olacağı zamanki
durumudur. Sadece şimdi, insanın ruhu daima
hareket içinde; çünkü Sonsuzluğun içinde, ruh
için hareketin sona ermesi nasıl mümkün
olabilirdi? Asla son bulmamanın içinde? Öyleyse,
biz burada son derece önemli bir şeye sahibiz :
Yaratıcı’sına doğru ruhun hareketi, tedavi edici
bir yöntem gibi. Bu hareketi yok saymakla
tedaviye nasıl yanaşabilirsiniz? Bugün dünyada
neyin devam ettiğine dikkat edin : insanlar her
tarafta hareket ediyor, yatay olarak. Sürekli
olarak koşuşturuyorlar. Başkaları yorgun
oldukları için kendilerini dinlendirmeye
giderlerken, diğerleri ölesiye koşuyorlar ve
harap oluyorlar. Sonra, hiçbir şey yapmayan
fakat kendilerini dinlendiren başkaları var.
Hoş, o koşanlar hastalanabilirler ve
koşmayanlar, onlar da hastalanabilirler. Kilise
ne der? Bu her iki örnek de yanlıştır. Eğer,
Yaratıcı’na doğru olmaksızın, sadece koşarsan,
yanlış koşarsın. Eğer hareket etmezsen ve bu
nedenle değiştirilemez olmazsan (bir durma olan
¯bir "hareketsizlik"¯ söylemiş olduğumuz gibi)
,yine, bu bir hastalıktır. Ağır bir kişinin
nasıl hareket etmesi gerekir, kuvvetli ve aktif
bir kişinin nasıl hareket etmesi gerekir?
Onların her ikisinin de Tanrı'ya doğru hareket
etmesi gerekir. Ağır olanı bir işe koymanın, ya
da kuvvetinden fazla çalışmış olanı bir müddet
dinlendirmenin bir önemi yok. Her iki durum da
hastalıktır. Eğer ,"Tanrı'ya doğru hareket"
kavramının bilincine varmazsak Aziz İman
İkrarcısı Papaz Maksimus'un tanımladığı gibi
¯insan için biricik tedavi edici ders olan¯
sonra hiçbir şey başaramayız. Kilise diyarının
içinde hiçbir şey..! Tövbenin günah itirafı ile
nasıl bir araya getirildiğine bakın."Hareket et"
,diye öneride bulunuldu. Vücudunla hareket et.
Diz çökme nedir? Oruç tutma nedir? Bir ikonanın
gözlerle incelenmesi nedir? Ortodokslukta
gerçekleştirdiğimiz, diğer mezheplerden pek çok
insan tarafından kavranamayan tüm bu fiziksel
hareketler nelerdir? Bunlar bütün olarak,
insanın Tanrı'ya doğru hareketleridir.
Kilisemizin ibadetlerinin bu sürekli devinimi
nedir? Bu; sabah, öğleden sonra, akşam
hareketlerin kapsandığı bir devirdir : Gece
yarısı duası, Akşam duası, Sabah, Akşam
duaları... Sürekli bir hareket : Saatler
¯Birinci, Üçüncü, Altıncı, Dokuzuncu... Sürekli
bir devinim, O’NA doğru, Tanrı’ya doğru. Öyleyse
,"hareket"in bu özelliği, bir an için
"rahatlama" diye adlandırılır Aziz İman
İkrarcısı Papaz Maksimus tarafından; fakat o
buna biraz farklı bir isim de verir;
görüyorsunuz ,"hareketsizlik" terimi en uygun
kelime değil. Bunun yerine o buna "mest olma"
der ¯"hareketsizlik"in farklı bir şekli. Bu,
Tanrı’nın içinde "sakin duruş”tur. O’nda sakin
durursunuz, huzur içinde. Çünkü Tanrı, Asla Son
Bulmayan’dır, hareket içinde olmak için devam
edeceksiniz, fakat şimdi bu "yücelikten
yüceliğe" olacak. Böylece, Kilisemizin tedavi
edici yaklaşımı ¯bu tek ve biricik iyileştirici
yaklaşımdır¯ bu yöntemi "ruhun tedavisi" olarak
tanımlar. Görüyorsunuz, önce "öz"e ve "enerji"ye
sahibiz ve sonra bu "hareket”e, Tanrı’ya doğru
sürekli bir harekete sahibiz. Öyleyse, eğer
biri, sağlıksız bir kişiye, bu "hareket"in yolu
boyunca rehberlik etmezse; yalnızca, hastaya her
yönden daha çok baskıya boyun eğdirmiş olur.
İntihar etmemesi ya da umutsuz olmaması için,
ya da etrafındaki dünyayı yıkmaması için hasta
genellikle kolayca sınırlanabilir ve bu
sınırlama övgüye değerdir, fakat bir kişi, bu
"hareket" tedavisi içinde rehberlik almadıkça,
sürekli sınırlanamaz, kısıtlanamaz. Bakınız, bu
başka bir belirleyici farktır; Kilisemiz ile
başka herhangi bir ruhi tedaviye ait usul
arasında, hatta en iyi niyetli olan tedavi usulü
arasındaki ciddi, çok önemli farktır. Bunu
tekrar söyleyeceğim; yanlış anlaşılmak
istemiyorum. İnsanların niyetleri aslında
iyidir, onlar içtenlikle en iyi gayretlerini
ortaya koyuyorlar ve gerçekten çabalıyor ve bu
çabalarında yoruluyorlar. Fakat hastanın
felaketinden çıkış, tamamen, onların bunu
bulmaya çalışmaları değildir.
-Üçüncü Tanrıbilimsel Özellik :
Üçüncü tanrıbilimsel özellik,
çok önemli başka bir tanrıbilimsel özelliktir.
Bir fark bulundurabilen. Bu gerçekten şaşırtıcı
bir şeydir. İki büyük Baba, Maksimus ve Palamas,
tarafından yazılmış olan, gerçekten hayret
verici bir şeydir bu. İzninizle Maksimus'un
sözlerini okuyayım. "Tanrı" ¯o diyor¯ "insan
tabiatını yaratan, onun içine şehvet düşkünlüğü
ekmemiştir". Şimdi siz ters anlamamalısınız
bunu, çünkü o sonra, bunu aydınlatmak için şöyle
devam ediyor : "fakat şehvet düşkünlüğüne doğru,
yalnızca mutlak bir zihinsel eğilim"
(koymuştur). Burada bir dakikalığına durmak
istiyorum; bu hayati önem taşımaktadır. Biz
insanlar duyularla doluyuz; görüyoruz,
işitiyoruz, her şeyi hissediyoruz ¯her şey
duyulardır¯. Duyular Tanrı tarafından
verilmiştir; ancak, Tanrı –Maksimus, der¯ bütün
duyuları arzuyla bahşetmedi. O bunları
arzuyla birlikte bahşetti ancak bu arzu, onları
Tanrı'ya doğru hareket ettirecek olan arzudur,
eğer duyular Tanrı'ya yöneltilmiş ve
onlar Tanrı'nın yönetiminde hareket ediyorsa
¯ve bütün duyuları kastediyoruz¯ Ortodoksluğun
yaptığı budur. İnsan, arzuya doğru doğuştan
gelen bir çekime sahiptir; kesinlikle içinde bu
vardır, fakat burada bir soru akla geliyor : bu
ne çeşit bir arzudur? Maksimus’a göre, bu
"Tanrı'yı sevmeye" bağlı arzudur. Bu çekime
sahipsek, yani arzuya doğru yönlenen bu
"harekete" sahipsek; ama eğer bu çekim Tanrı’da
son bulmayacaksa, duyular sadece basit
duyulardan (tat almak duyusu ve bunun gibi)
başka bir şey değildir. Eğer bu içimizde basit
bir biçimde duruyorsa, tersine döner ve sadece
duyulara odaklanmış bir arzuya dönüşür ve bu da
günahın başladığı yerdir. Bunun bir ruhi tedavi
izleğinde önemli bir özellik olduğunu
görebilirsiniz, aslında Maksimus bunu şöyle
vurguluyor : "...ve çünkü Tanrı, insanın bütün
bu arzunun yolunu nasıl saptırdığını gördü ¯bu,
Tanrı’ya doğru yönlendirilmiş olması gereken
arzuya doğru eğilimdi; fakat şimdi yalnızca
fiziksel duyulara doğru yönlendirilmişti¯ O çok
önemli bir tedavi aracı olarak bir ilaç öne
sürdü. Bu ilaca "keder" deniliyordu; böylece
ortaya çıkacak ve hâkim olacak arzunun zamanla
boyun eğdiği keder".Bu nedenle Tanrı, kederi
tıbbi bir tedavi olarak yürürlüğe koydu. Bu,
insanın arzularını önlemek için gelen kederdir.
Lütfen izin verin, uzun zaman aklınızda
tutabilmeniz için bu üç çok önemli tanrıbilimsel
özelliği iyice tekrar edeyim, çünkü
konuşmalarımız onlara istinaden olacak : bu
noktalar Kilise gizemleri (Günah çıkarma) ile
diğer tüm iyi niyetli ve dürüst tedavi edici
çalışmalar arasındaki asıl farkı tanımlar ¯ve
tedavi sunar¯. Önce, ruhun içindeki öz ve
enerjideki farkı tekrar edeceğim. "Öz"
,"mantığın" bir yönüyken; "enerji" dış ifadelere
karşılık gelir. İkinci nokta, yalnızca Tanrı'nın
yönetimindeki "hareket" ¯ve sadece hareket¯
insanı iyileştirebilir, İman İkrarcısı Papaz
Aziz Maksimus tarafından tanımlandığı gibi;
“durgunluğa” (hareketsizlik), sonra "kendinden
geçmeye" (mest olma), sonra tekrar hareketliliğe
evrilen hareket insanı iyileştirebilir. Üçüncü
nokta, arzunun, arzuya doğru eğilimin,
etkisidir; bu da arzu dikey olarak yukarıya,
Tanrı'ya doğru yöneltilmemiş olduğunda ortaya
çıkar ¯çünkü bu hareketi Tanrı'yı böylece
duyularımızla sevmek için yapmayız. Bu, yatay
yönde patlak veren yan etkilere neden olacaktır.
Bu, yukarı doğru hareket etmesi gereken bir
rokete tutunmaya benzer bir şeydir; fakat eğer
uzaya gönderme başarısızsa roket yatay bir
şekilde infilak eder ve çevresini yakar, yıkar.
Meydana gelen budur. Arzu denen bu kuvvet
¯Tanrı'dan verilmiş olan¯ Tanrı'yı sevme amaçlı
olması gereken; kuvvetli bir arzudur. Tanrı’ya
doğru hareket ederiz ve sonra bu arzu ortaya
çıkar. Eğer bu, Tanrı’ya doğru, yukarıya doğru
açıkça gösterilmiyorsa; kendini açıkça aşağı
yönde gösterecek, sahip olduğu güçle birlikte,
insanın duyularının bütününe nüfuz edecek ve
bunun sonucu olarak kişiyi, örneğin oburluk
gibi, arzuların insanı yapacaktır. Böylece, bu
üç çok önemli tanrıbilimsel noktayı biliyoruz.
-Bir Ruhi Tedavi Yaklaşımının Yaptığı
Nedir?
Şimdi izninizle ruhi bir tedavinin
yaklaşımı nedir bakalım. Psikiyatrinin nasıl
bir bedensel yaklaşım olduğuna, psikolojinin
davranışın basit bir gözlemi olduğuna çoktan
değindim; bu nedenle, geriye kalan bugünün
toplumunun ruhi tedavisidir. Az önce size
söylediğim bu şeyler psikoterapistler için
bilinen şeyler değildir; gerçi madem ruh
hakkında konuşuyorlar ve araştırma yapıyorlar,
onların bunları bilmeleri gerekirdi ve henüz,
ruhun ne olduğuna dair bir tanımlama vermediler
(hâlbuki biz Şamlı Aziz Yuhanna'nın kullandığı
özel terimlerle bu tanımı yaptık) ve herhangi
bir derin araştırma yapmak için, geçmiş
yüzyılların ruh hakkında ne dediğini bulmak,
anlamak için çaba göstermiyorlar. Böyle olunca,
ardında herhangi bir geçmiş bilgisi bulunmayan
bir şey başlattılar. Varsayımlarda bulunmaya
başladılar."İnsan neden böyle?" tarzında şeyler
sordular. İki terim icat ettiler ¯iki temel
terim :"nevroz" ve "psikoz" .Onların
incelemelerine girmeyeceğim¯ sizi yormak
istemiyorum. Nevrozun sebebi nedir? Bu,
psikoterapistlerin en büyük merakıdır : nevroz
nasıl tedavi edilir. Onlar insanın yorgun,
çöküntü içinde olduğunu görüyorlar. Şimdi ciddi
noktaya dikkat edelim : varsayımlar yapmaya
başlıyorlar. Fakat varsayımlar daima varsayım
olacaktır. Böylece onlar bunu, ya da şunu, ya da
öbürünü sebep olarak söyleyeceklerdir... Zaman
içinde 200,300 farklı sebep “ilan etmişlerdi” ve
bu nedenle şimdilerde 200-300 psikoterapi
ekolümüz var. Her terapist bir durum üzerinde
odaklanır ve o konuda gerçeğin bir öğesine sahip
de olabilir; dolayısıyla her zaman böyle bir
okul terapi toplantılarına başlar; terapist,
hastanın probleminin ne olduğunun önceden
farkında görünür. O, bunu ortaya çıkarmak için
çabalar. Eğer o, problemin egoizm olduğunu
"teşhis etmişse", bu, onun sonra odaklanacağı
alandır; eğer seksüel bir şeydir derse, sonra o
alanda odaklanır. Terapist, felsefi bir varsayım
gibi, problemi önceden "teşhis eder" ve sonra
tanımladığı problemin yerini belirlemek için
usul izler. Bu daha da karmaşık olan yerdir :
ruhsal tedaviye ait tüm psikoterapötik
yöntemler, filozofik yaklaşımlardan öte bir şey
değildir. Onlar gerçekten, bilimsel yaklaşımlar
değillerdir. Ruhsal tedavinin psikiyatriyle
(beyin, sinir sistemi, nörotransmiter) hiçbir
işi yoktur; hiçbir şey. Bu insanlar uygun
olmayan bir isim ileri sürdüler ¯"psikiyatri"¯
ki bu bir şeyken problem hakkında filozofça
düşünüş her bakımdan farklı bir şeydir.
Önemli bir noktayı tekrar vurgulamaya ihtiyaç
duyuyorum. Onların iddiaları şu : "ruh"
teriminin tanımını biliyor olmamızın bir önemi
yoktur. Ruh yaratılmış birşey değil midir? Bir
yaratılan değil midir? Eğer yalnızca Tanrı
yaratılmadıysa, o halde, ruh yaratılmış bir şey
olmalı. TAMAM. Sonra, yaratılmış her şey
araştırmaya tabi tutulabilir." Pekâlâ, Şamlı
Aziz Yuhanna'nın ne söylediğini biliyor musunuz?
Şöyle :"yaratılmış her şey incelenemez."Fakat
Yuhanna burada size ne söylüyor? Eğer bu
yaratılmışsa, mutlaka incelemeye tabi
tutulabilir, ya da mikroskop altına konmuş
olabilir, ya da inceleme altına alınmış
olabilir. Ya da olamaz mı? Soru : söyleyin
bana, Başmeleklerin göksel ordusu yaratılmış
mıdır, yoksa yaratılmamış mıdır? Onlar
kesinlikle yaratılmıştır. Pekâlâ, onlar
incelenebilir mi ya da tetkik edilebilir mi?
Hayır. Öyleyse "yaratılmış her şeyin
incelenemediğini" görüyoruz. Aynı Aziz,
düşünce silsilesine devam ediyor :"Burada,
göksel ordularla [melekler] insanlar arasındaki
benzerlik nedir? Bu, Tanrı’ya doğru zihinsel
harekettir, söylemiş olduğumuz gibi hayvanların
ruhunda bulunmayan, çünkü onlar insanın
ruhundaki durum gibi öze değil; yalnızca
enerjiye sahipler. Görüyorsunuz, insan
tarafından incelenemez olan, ruhun özüdür;
yaratılmış olsa da incelenemez, göksel orduların
durumunda olduğu gibi. Bu nedenle ruh
incelenemez. Ruhun bir inceleme nesnesi
olabileceğini iddia etmeye yeltenenler
yanılıyorlar. Ruh yaratılmıştır, fakat
incelenemez. Böylece eğer ruhu tespit etmeye
uğraşıyorlarsa bile, yine çözümleyemez
olacaklar. Bazı güçler, bir gün bilimsel bir
yöntemin geleceğini ve ruhu bize
açıklayabileceğini söylüyorlar. Hayır, bu asla
olmayacak. Yapacağı tek şey ruhun özünü değil;
enerjileri, algılayabildiğimiz enerjileri
tanımlamak olacak. Hala, yukarıdakilerin hepsine
rağmen, hala kendi önerilerini sunan ¯uygun
terapi üzerine öneriler¯ her ekole sahibiz ve bu
"psikoterapi" denen labirentin başladığı yerdir.
Tüm bu ekoller hakkında biraz ipucu,
ne gibi şeyler olduğuna dair sadece küçük bir
tecrübe vermek için size birkaç örnek vereceğim,
fakat tekrar hatırlatmak istiyorum ki; sözde
terapistler kalben en iyi niyetlere sahipler.
Bununla beraber, iki şey de imkânsızdır; ruhu
incelemek ve bahsettiğim ruhi şeyleri ona
vermek : öz, Mesih’e ait olan mantık, Tanrı’ya
doğru hareket ve arzuların dikey olarak
yönlendirilişi, yukarıya doğru; çünkü önerilmiş
her tedavi yatay bir yönde hareket ediyor. Onlar
insanı, Tanrı’nın ötesinde bir şeymiş gibi
inceliyorlar ve onu iyileştirmeye çalışıyorlar.
Nasıl? Özü iyileştirebilirler mi? Hareketi?
Arzuları? Onların teorilerinin hepsi ¯bugünlerde
Yunanistan'da yaygın olan 25'i¯ onların
hepsi, fakat kesinkes hepsi, dikkate almadan
bahsettiğim bu üç noktanın önemini hesaba
katmadan insana yaklaşıyorlar. Böyle olunca
ruhun iyileştirilmesi imkânsızdır.
-Psikoterapinin Dünyevi Yöntemleri Nelerdir?
Pekâlâ, işte bir kaç örnek. İlk iyi
bilinen örnek Freud’dan; psikoterapötik
yöntemlerin babası. Hatırlayacaksınız, kendisi
psikiyatristti, fakat o aslında bir filozof
haline gelmesine vasıta olan, ruh tedavisi ile
ilacın birlikteliğini resmen başlattı. Şimdi bu
incelemeye dikkat edin : psikoterapinin her
şekli yalnızca felsefi bir yaklaşımdır; bu
yüzden bugün Yunanistan'da pek çok
psikoterapist, doktor değildir. Onlar
genellikle senede bir ya da bir buçuk senede bir
kez seminere katılıyor ve hemen psikoterapist
oluveriyorlar. Bir sosyal hizmetler okuluna
gidebilir, psikoterapi hakkında bir ders alır ve
bir sosyal çalışan gibi bir psikoterapist
olursunuz. Bunu akılda tutmalısınız : bu dünyevi
"psikoterapi" ,sadece felsefi bir yaklaşımdır.
Böylece Freud’un, ruhun bu yukarı doğru yönünden
habersizliğini görüyoruz; haklı olarak belirtir
ki; problemin kaynağı içgüdü içinde yerleşiktir;
arzu içgüdüsü içinde bulunur, insanın içgüdüleri
içinde. O tamamen onun "bilinçaltı" terimini
yerleştirdiği yerdir. O, bunun saklı olduğu
yerdir. Şimdi, bazı sosyal sınırlamalar, bazı
kanunlar ya da düzenlemeler olduğu için, pekâlâ,
biraz kısıtlanmış hissediyorsunuz ve o
içgüdüleri açıkça ifade etmiyorsunuz; biraz
korkuyorsunuz onlardan. Bu düzenlemeler bize
"süperego" olarak verilmiştir, kişinin üstünde
olan ve insanın üstünde baskı yapan. Bunun
sonucu olarak, kanunun, ahlak biliminin ve kendi
dürtülerimin beslenmişliğinin baskıları altında,
sonunda, birden ortaya çıkan güç "ego”dur, yani
kendimi nasıl sunduğumdur. Bazı şeyler vardır
ki; içgüdüsel olarak yapmak istediğim, fakat
kural ve ahlak bilimi tarafından engelleniyorum,
bu sebeple bu "ego"yum ¯bu mazlum "ego". O andan
sonra, kişi baskın içgüdülerinin ne olduğunu
ortaya sermeye başlar. Bunun gibi bir içgüdü
seksüel dürtüdür. Bu onların çıkışıdır. Onlar
yerinde olarak, içgüdülerle ilgili olduğunu
anlattılar, fakat onlar hangi içgüdüler? Onlar
bu içgüdüleri nasıl tedavi edebilirler? Onlar
yukarıya doğru harekete, Tanrı’ya doğru
harekete, arzu-kedere sahip değiller. Öyleyse
nasıl tedavi edebilirler? Edemezler.
Oradan sonra her ekolün önerisi
kendisini Freud ile uyumlu hale getirmeye
başlar, ya da bunun biraz farklısı olur.
Freud’un kavramı, iyi bildiğiniz gibi, onun
hayatını hastalara anlatmaya başlamak içindir,
ara vermeden ve ara vermeden... Çok uzun bir
zaman için... Freud’un temeli, ilk metodu, 5,6,7
yaşlara bu anlatımı sürdürmek içindi, giderek
sen içeriden, bütün tabulardan ve sana baskı
yapan süperegodan özgür olacaksın;
psikoterapistine açıkladığın tüm o ahlaki
kanunlar, er geç senin içinden çıkacak, son
olarak bilinçaltı da senin içinden serbest
bırakılana kadar. Fakat, terapi burada nerede?
Eğer tetkik sonuçları cinselliği temel neden
olarak gösteriyorsa; hasta nasıl tedavi olacak?
O arzu ne haline gelecek? O sapık arzu nereye
yönlendirilecek? Bu sorulara cevap yoktur. Yine
başka bir yol var "aktarım" denilen; başka bir
filozofik metodun da içine giren, hastanın bir
tek terapistiyle yakınlığa sahip olduğu; bu bir
ilişkidir, terapistin hastanın ebeveyni rolünü
üstlendiği, ya da zihnen hastayı seven kişinin
yerine geçtiği. Bu durum, tedavi altındaki
kimsenin doktorunu, terapistini idealleştirmesi,
klasik Freud yaklaşımının temel bir yöntemidir.
Burada, hasta idealleştirir ve de en sonunda
hayatında örnek bir rol edinir ¯çünkü daha önce
hiç bir zaman buna sahip değildi; çünkü o,
uygunsuz ifade edilmiş de olan o en gizli
içgüdülerin sonuna kadar gitmişti ve şimdi o
nihayet hayatında örnek bir rol buldu. Böylece
"aktarım" denilen berbat bir yöntem başlar,
hastanın kişiliğinin dış dünya ile olan
bölümünün terapistin kişiliğinin dış dünya ile
olan bölümüne bağlı haline gelmesi ¯bir kaç yıl
alan bir süreç. Cinsel içgüdülerin sırf
ayrıntılarıyla tanımlanmasının gerçek bir tedavi
görmediğini ve ayrıca ona uygunsuz yöntemler
bütünüyle yaklaşıldığını görüyorsunuz.
-Aziz İman İkrarcısı Papaz Maksimus'a Göre
"Ego" Nasıl Tedavi Edilir?
Gelin biraz başka gözlemleri tecrübe
edelim. İşte bilinen Adler hikâyesi. Bir
üstünlük içgüdüsü vardır diyor, fakat nasıl
tedavi edilebileceğini söylemiyor. Olduğu yeri
belirlemem gerektiğini söylüyor ve doğru olarak
nasıl bunu ifade edebileceğimi bilmem
gerektiğini söylüyor. Pekâlâ, buna bencillik
olgusu diyoruz.
Bu nasıl tedavi edilir? O "ego"
nerede çıkacak? Aziz İman İkrarcısı Papaz
Maksimus'a göre ,"ego" Tanrı’da son bulur ve
uygun bir "ego" haline gelir mi? Tanrı
olmaksızın bu ancak bedensel bir "ego”dur."Ego"yu
yeniden görüyorsunuz, kendisini önce Tanrı'ya,
"Ben, Ben Olanım"a tanıtması gereken ego ¯ve
sen, sen kimsin, yaratılmış olan, "Var olan Onu"
en sonunda bulur. Fakat o alçakgönüllü ¯kibri
kırılmış¯ bir "ego”dur, kendisini Tanrı ile yüz
yüze bulan. Öyleyse, o "ego" ne haline gelir?
Kendisini nerede ifade edecek? Bunu kesin olarak
belirleyecek araçlar, düzenekler nelerdir? Freud
sorar : "İnsan bu duruma nasıl geldi? Nasıl
oraya erişti? Seksin suçlanması gerekir." Adler
der ki : "Hasta yapmakta olduğu şeyle ne elde
etmeye çalışıyor? Pekâlâ, o bir lider haline
gelmek istiyor." Derken üçüncü uzman gelir, Carl
Jung, insanın yaptıklarının simgeselciliğini
tanımlayan. Dolayısıyla şimdi, simgeselcilik
resme dâhil olur. Hasta karmakarışık bir
prosedür içine girer. Sorular : yapıyor
olduklarınızın simgeselciliği nedir? Gerçekten
olanak dâhilinde bu bir şeyi simgeleştirir.
Fakat tekrar, terapinin bulunduğu yer değildir
o. Oradan ileride, tam bir görüngü dizisinin
çözümlendiği yer ¯Freud'u reddeden ve kendi
ekollerini kurmuş olan öğrencileri var. Örneğin,
Otto Rank var doğum travması üzerinde odaklanmış
olan. Görünüşte, ona göre, bir çocuk doğduğu an
bir çeşit şokla zarar görür ve o şok o kişide
daima kalır. Hayatı boyunca o kişiye her ne
olursa olsun ¯her ne psikolojik problem ortaya
çıkarsa çıksın¯ her seferinde, doğum travmasının
neticesidir. O iddia ediyor ki; doğum ilksel
stresin nedenidir; görüyorsunuz, o iddia ediyor
ki; anne karnından dış dünyaya çıkış bir çeşit
şoktur ve bu şok hayatınızda belirleyici bir
faktördür. Pekâlâ, Rank böyle demiştir. Şimdi,
Theodore Reich başka bir şey iddia ediyor.
Nitekim o "Üçüncü Göz İle Dinleme" adlı bir
kitap yazdı. Bu, hayatımızın ilk devreleri
boyunca anne ihtimamının kaybolmasına işaret
eder. O, önceki doğum travması teorisini
çocukluğun ilk yıllarına aktardı, bir kişinin
hayatının ilk haftalarına. Örneğin, biraz
kaygısız bir annenin durumunda olduğu gibi,
çocuğun yanında olmayan çalışan bir anne ve
bunun gibi... Psikoterapist araştırır...
Araştırır... Temel neden için. Eğer bir Reichian
okuluna gitseydiniz, nevrotik olduğunuzu onlar
önceden bilebilirlerdi, çünkü hayatınızın ilk
yılları boyunca anne ihtimamından yoksun
bırakılmıştınız, o halde onlar o alanda
araştırırlar. Fakat problemin kaynağı o değilse
nedir? Eğer problem hala oradaysa, terapi de
orada mı? Varsayalım problemin kaynağını
buldular; bu bazı vakalarda öyle olabilirdi,
fakat tüm vakalarda değil.
Ya da Erich Fromm'unkilere benzeyen
başka yöntemlere bakabiliriz. Erich Fromm ,"bir
adam için tedavi olmak, bir kişi için tedavi
olmak bu yeterli değildir; bütün toplum tedavi
olmalıdır; çünkü halk her şeyin ölçüsüdür" diye
iddia ediyor. Ben soruyorum, halkın nasıl tedavi
edilmesi gerekir?" Onların hepsinin psikoanaliz
olması gerekir" yanıtı veriliyor. Bu mümkün
olabilir mi? Öneri öyle mutlak ki! Bu doğal
olarak gerçekleşemez. Kilise ne der? O der ki;
biz Mesih'te birlik istiyoruz; biz bütün
dünyanın Mesih'te bir olmasını istiyoruz. Biz
bireyi iyileştirmekle başlıyoruz ve her birey
daha sonra toplumun dönüşmesine neden olacak.
Fakat soru şudur : birey nasıl iyileştirilir?
Pekâlâ, o, yukarıya doğru harekete kendisini
teslim etmesiyle iyileştirilir, keder
aracılığıyla, dert ve dünya nimetlerinden
kendini çekme vasıtasıyla. Bu anlatacak çok
fazla şeyi olmadığı görülen dikey bir ifadedir.
Ünlü "psikoterapist" Wilhelm Reich'in ne
dediğini dinleyin : nevrozun sebebinin kendimizi
bedenen dışa vurmamamız; vücudumuza kendisini
özgürce ifade etmesine izin vermememiz olduğunu
söylüyor. Ve bütünüyle dışa vurum bütünüyle
cinsellik içinde bulunur - Reich'a göre, cinsel
bir patlama; peşinden gidilmesi gereken bir
patlama. Reich’ın tedavi edici yöntemini
dinleyin : çığlık atmalısınız, kendinize
vurmalısınız ve ¯müstehcenliği bağışlayınız¯
kusmak için kendinizi zorlamalısınız,
mastürbasyon yapmak için, karşılıklı
mastürbasyon yapmak için, karşılıklı seks ve
grup seks için. Görünürde bu "tedavi"nin vücudun
ihtiyaçlarını giderdiği varsayılıyor. Bu,
tenselliğe duyulan basit bir eğilimden uzaktır;
bu kendisini dışa vurmaya hazırlanan tenselliğin
bütünüyle yoğunlaşmasıdır. Bu tarz şey neyi
iyileştirebilir? Tüm bu yöntemlerin, Kilisemizin
sağlığa yararlılığıyla ne ilgisi var?
Ne yazık ki vaktimiz kısıtlı ve konuyla
ilgili Kilise Babalarına ait bir yazı
okuyamıyorum. Babaların ilgili tüm yazıları,
hazırlamakta olduğum yazının mütevazı bölümüne
dâhil olacak. Ayrıca birçok başka durum var
psikoterapiye ait : varoluşçu inceleme var -
Rollo May'e göre, neden yaşıyoruzun problemi,
neden varız, insanın sert mücadeleleri vb. İnsan
yalnızca ayrıntılı "veriler"ine dayanılarak
kavranabilir diyen, yani, onun yaşam koşullarını
bilmelisiniz; o neye benzer, neden öyledir, o ne
yer, vb, insan ancak bunlar bilinince
iyileştirilebilir diyen bir diğer teori var.
Buna "morfolojik terapi" deniyor. Pek çok
isim..."rasyonalist psikoterapi" Albert Ellis
tarafından ileri sürülen : hayatımızdaki
herhangi bir şeyi kanıtlamaktaki yetersizlik;
Maslow’un incelemesi : eğer kendimizi
gerçekleştirmeyi başarırsak hayatımızı
kurtarırız; Erikson'un incelemesi. Bir sürü
gerçekleşmesi mümkün olmayan hipotezler grubu!
Önümde onların bir listesi duruyor ve onlar
başımı döndürüyor. Tüm bu uyarlamalar evrimin
başka bir formunda sonuçlanıyor ¯"grup terapi"¯
ki bu tedavide terapistlerin her biri farklı bir
teori ileri sürdüklerinin ve her hastanın
tamamen farklı bir problemle, tamamen farklı bir
sebeple, tamamen farklı bir durumda
olabileceğinin farkına vardılar. Böyle olunca
onlar neden tüm bunları bir araya
getirmediklerini ve eğer tüm vakalar dinlenirse
toplu bir sonuç elde edeceklerini düşündüler.
Dolayısıyla, yirmi farklı şikâyet davası
dinliyorsunuz ve iddia ediyorsunuz ki; onların
hepsi size ait. Birisi haykırıyor :"annem
yüzünden hasta oldum"; başka bir kişi kendini
bedenen dışarı vurmadığı için hasta olduğunu
iddia ediyor; bir başkası doğarken yaşadığı
şoktan zarar gördüğünü iddia ediyor ve bir
diğeri probleminin cinselliğe dayalı olduğunu
iddia ediyor. Onlar tüm bu şeyleri bir grup
içinde dinliyor ve size şöyle diyorlar : "siz de
bu davaların içinde bir yerlerdesiniz". Ne yazık
ki, böylece, gruba tek bir problemle
giriyorsunuz ve oradan yirmi problemle
çıkıyorsunuz. Sonuç, bu derin araştırmamıza
verecek hiçbir şeyi olmayan uçsuz bucaksız bir
kaostur.
-Her Kim Benim Uğruma Ve Sevindirici
Haber'in (İncil’in) uğruna Canını Hor Görürse,
Onu Kurtaracaktır.
Bu kısa incelemeyi noktalarken,
yaralanabileceğiniz bir ya da iki şeye son
olarak değineceğim. Hepsinden önce farkına
varacaksınız ki; tüm bu "terapiler"in içinde
(dâhil olan kişilerin gerçekten ve samimiyetle
başkalarına yardımcı olmanın yollarını
aradıkları tedaviler¯ fakat bu nasıl olacaktır?)
insanın ahlak bozukluğu ve dürtüsü için bir
terapinin herhangi bir bahsi yoktur; ruh için
bir başvuru yoktur, ya da dünya nimetlerinden
kendini çekme için, arzu için ,"mantık" için ¯bu
meselelerin herhangi birinin bahsi yok. Tek bir
kelime bile yok.
Son olarak, Babaların anlamını
açıkladığı, Mesih’in harika konuşmasında ne
söylediğini hatırlıyorum. Mesih’imizin sözleri
hakkında hiç uzun uzun düşündünüz mü? O, "her
kim canını kurtarmak istiyorsa; onu hor
görmelidir" derken : “Her kim benim uğruma ve
Sevindirici Haber'in uğruna canını hor görürse,
onu kurtaracaktır”. Bu sözlerin üzerinde hiç
düşündünüz mü? Hüzünlü değil mi? Mesih’in
Kendisinin böyle söylüyor olduğunu duymak : “Her
kim canını hor görürse...” Efendimiz, Sen burada
ne diyorsun? Sensin ruhumuzu bize veren.
Babalarımız muhteşem bir yorumlama becerisi ile
şöyle cevaplar : “buradaki ruh, özü
olmaksızın ve sadece enerjisiyle, sadece
hayvansal kapasitesiyle hareket edendir”. Bu
yüzden İncil'deki olayda, akılsız adam şöyle
demiştir : "oh canım; ye, iç ve keyfine bak;
çünkü zenginliğe sahipsin".Farkediyor musunuz?
Bunlar hayvansal enerjilerdir, yukarı doğru
gerekli hareket ve öz olmaksızın, dert ve keder
olmaksızın, can konusunda aşırı derecede kaygılı
olmaktır. “Her kim canını hor görürse...” Bu,
hor görmeniz gereken ruhtur : onun sadece
hayvansal enerjisine yanıt olarak kendinizi
durmaksızın hakkında kaygılı kıldığınız ruhtur.
Eski alışkanlıkları bırakmalısınız ve ruhunuzun
mantıksal tarafıyla ilgilenmelisiniz (=öz) ,ve
yukarı doğru hareketle, Tanrı’ya yönelmeyle
(ikinci tedavi edici araç) meşgul omalısınız ve
üçüncü olarak, arzularınıza üstün gelerek ve
Tanrı'ya ve ve keder ile çilekeşliğe dönerek
kendinizi yönlendirmelisiniz. Sonunda, Günah
İtirafı Gizemine varacaksınız. O, terapinin
görevlendirildiği yerdir. Hasta ruhun başka bir
boyuta taşınması böyle olur.
-Bir Gizem Yöntemleri ve Teknikleri Hoş
Görebilir mi?
Bunun kefaretinin ne olduğunu
soruyorlar. Pekâlâ, kural şudur : bedenin,
duyuların, bütün varoluşumun Tanrı’ya dönüşü;
Tanrısal söz olan mantığın ruha tanıtılması;
öyle ki Söz olan Mesih, ruhun içinde yaşasın.
Bunu başarınca, ruh artık "oh canım, pek çok
zenginliğe sahipsin" diyen bir ruh olmayacak;
bunun yerine ,"ruhum, ruhum, ayağa kalk! Neden
uyuyorsun?" diyen bir ruh olacak. Farkı
görebiliyor musunuz? Büyük Oruç dönemine
giriyoruz.
Gizem, tüm üstün yöntemlerin hiç bir
tekniğini hoş görmez. Teknikler? Ne
teknikleri? Teknikler bir kişinin tutkularının,
yatay olarak, daha da fazla patlamasını
engelleme amaçlı felsefi tanımlamalardan ve
girişimlerden başka bir şey değildir. Bunlar
arasında kendimize mal edebileceğimiz hiç bir
teknik yoktur. O halde başladığım yere
dönüyorum. Hayır, yukarıdaki yöntemlerin
hiçbirini alamayız. Bu mümkün değildir. Bu kabul
edilebilir değildir. Kilise’nin, Kutsal Ayinde
kullanmak üzere fırından ekmek alması başka bir
şeydir; bu bir çeşit "içeriye alınan şey”dir.
Yöntem almak ise başka bir şeydir. Yöntemi
Killise içine alamayız. Psikiyatriden; beynin
işlevi, nörotransmiter hakkında bilgi alabiliriz
ve diğer birkaç ilave şeyi anlayabiliriz. Hatta
psikologdan gözlemlerini alabiliriz : “işte, ona
baskı yapan bir ailede yaşayan çocuk okulda
ruhen hasta bir çocuk olacak” ve bunu sıradan
bir gözlem olarak özümseyebiliriz; sadece bu
bakış açısını dinleriz. Fakat ,"dinsel alan
dışındaki sözde “ruhsal tedaviye ait”
yöntemlerin hiç birini alamayız. Bu, Kilisemizin
kanunlarına aykırıdır. Gizem, analiz
ettiğim sebeplerden dolayı, böylesine bir
yöntembilime tabi tutulamaz.
Zor
bir konuydu ve bunu basitleştirilmiş bir şekilde
çok küçük parçalar halinde size sunmaya
çalıştım; öyle ki şimdilerde hâkim olan kargaşa
hakkında oldukça net bir fikre sahip
olabilesiniz. Onun dışında, Kilise’nin
bünyesinde olmayıp ve hala başkalarının,
boşlukların dışına atlamasına engel olmaya
çalışanlarla ilgili olarak (sonunda Kilise'yi
keşfetmelerine kadar) şöyle diyebiliriz :
pekâlâ, onlar yardım etmek için ellerinden
gelenin en iyisini yapıyorlar.