Öz Ortodoksluk doktrinleri ve emanetleri

ORTODOKS EĞITIM VE TERAPÖTIK

 

İKİNCİ DERS: RABBİMİZ MESİH’İN DOĞUMUNUN İKONASI

Kaynak: http://www.floga.gr/50/04/2005-6/02_2005111104uk.asp  

 

 

 

Geçen sefer başladığımız ve Mesih’in doğumunun tasviriyle ilgili olan dersimize devam ediyoruz; ancak bu sefer aynı ikonayı çalışmayacağız. Bugün çalışacağımız ikonada bir önceki ikonada bulunmayan farklı öğeler mevcut. Size önceden öğrettiğim temel ilkelere ilave olarak onlardan sadece bir kaçını kısaca hatırlatacağım. İkonada tasvir edilen karanlıktan – Peygamber İşaya tarafından betimlendiği şekliyle karanlığın ve ölümün gölgesinin bulunduğu alandan – , başka bir deyişle, Mesih’in doğduğu dünyadan söz etmiştim. Size, Peygamber Habakkuk ve İşaya tarafından Kutsal Kitap’ta betimlenen ve Yahudi ve Yabancı kökenli Hristiyanları temsil eden iki hayvanı da hatırlatayım. Mesih her zaman tüm insanlığı temsil eden iki düşünce yoksunu hayvan arasında betimlenir. Benzer biçimde Yahudiler de gerçeğin bir kısmına sahip oldukları halde düşüncesizse davranmışlardı. Yabancı ulusların içinden gelen Hristiyanlar bile aynı şekilde düşüncesizce davranmışlardı. İşte bu sebeple Mesih, burada ikonanın merkezinde görünen iki hayvanın ortasında ve onlar tarafından kabul edilmiş olarak durmaktadır.

Bebek Yesua, defin işlemlerinde kullanılan sargı bezleri ile kundaklanmış görünmektedir. Burada ima edilen şey Mesih’in bizim için ölmek amacıyla doğduğudur. Bu sadece Mesih’in doğumunun zaferini tasvir etmez; Mesih’in doğumu Paskalya için hazırlıktır. İşte bu yüzden Mesih, mezara benzer bir beşikte yatmaktadır (“uyumaktadır”). O’nun herhangi sıradan bir yatakta uyumuyor oluşu, düşüncelerimizi Diriliş aşamasına yönlendirmektedir. Burada Bakire’yi, tamamen kutsal anneyi görüyoruz. Bakire her zaman – her ikona tasvirinde – bir tanesi başında, diğer ikisi de birer omzunda olmak üzere üç küçük yıldız taşımaktadır. Bu yıldızların sekiz ucu vardır. Üç yıldız, tamamen kutsal annenin; doğumdan önce, doğum sırasında ve doğumdan sonra bakire kaldığını ilan etmektedir; yani o gerçekten bir bakiredir. Her bir yıldızın sekiz ucu da “Sekizinci Günün” gizemine işaret etmektedir. Tanrı, insanı yedi “günde” yaratmıştır. Yedinci günde insan günaha düşmüştür ve bu yüzden Tanrı, - ilahi kurtuluş tasarısı ve Mesih’in kayrasal rızası aracılığıyla – “Yaratılışın Sekizinci Günü” denen eserini başlatmıştır. Bu eser, tam anlamıyla Tanrısal tasarının amacıydı ve bu yüzden tamamen kutsal anne Tanrısal Kurtuluş tasarısının bir parçasıdır: bu sırra hizmet etmektedir ve bu sebeple söz konusu yıldızlarla tasvir edilmektedir.

Kutsalları tasvir sanatının belirli bir teolojiyi ifade ettiğini de hatırlatayım. Gördüğünüz gibi, kaynak olarak Kutsal Kitabımız, Kilisemizin ilahileri – ki onlar teolojinin ilahiye dönüştürülmüş biçimidir – ve ikonalarımız – ki onlar da teolojinin çizimsel temsilidir – var; yani burada teoloji ile ilgileniyoruz. İşte bu sebeple Kilise bayramlarında söylenen Troparia ilahilerini bile Kutsal Yazılara paralel olarak betimliyoruz. Örneğin, Doğuş Bayramının Troparia ilahisinde şu sözler vardır: “Oturmuş bir Bakire, Kerubimlerin hareketlerini tekrarlıyor…” Ve bu ikonada Bakireyi gerçekten de “oturmuş ve Kerubimleri taklit ederken” görüyoruz. Bakın, kolları gerçekten de Kerubimlere özgü bir tarzda duruyor, dua duruşu sergiliyor, ya oturmuş ya da diz çökmüş durumda, ama kesinlikle ayakta değil. Oturmuş olmak teolojimizde her zaman bir kesinliği ifade eder. Eski Antlaşma’da bir metin var – sanırım Peygamber Hoşea’ya ait – Tanrı’ya atıfta bulunarak şöyle diyor: “Sen oturmuş olansın, bizler ortadan kalkacağız, Sen tüm zamanlar boyunca oturmuş olansın”. Buradaki kıyaslama unsurunu görebiliyor musunuz? Oturmuş; yani geçici olan veya dönemsel olan gibi ayakta değil. Bu sebeple oturmuş olma durumu kesinliği ifade eder. Tanrı, oturandır. Bu yüzden azizleri oturur durumda tasvir etmiyoruz. Bir azizi tahta oturmuş biçimde tasvir etmek yanlış ve romantik bir ifadedir. Sadece Mesih ve O’nun tamamen kutsal annesi, başka bir deyişle, sadece “uç” konumda bulunan kişiler oturmuş durumda betimlenebilir. Oturmuş olan bir kişi mutlak bir kesinliği temsil eder. Biliyorsunuz ki, tamamen kutsal anne – onda gerçekleştirilecek olan Tanrısal kurtuluş planını kabul ettikten sonra – aslında hepimizin pek kutsal annesi olmuştur; başka bir deyişle, geri dönüşü olmayacak biçimde günahı geçirmez olmuştur. İşte bu yüzden oturmuş durumda tasvir edilmektedir.

Şimdi de ikonadaki merkezin dışında kalan çevresel öğeleri inceleyelim. Tanrı’ya övgüler söyleyen melekler mevcut; tüm melekler mutlaka başlarının çevresinde bir bant ile çizilirler. Her zaman uzun saçlı ve saçlarını toplayan bir kurdele ile tasvir edilirler; bu ise dogmatik bir unsur olup ikincil değildir. Ve bu kurdele neye işaret eder? Göksel güçler, tıpkı yersel, mantık sahibi yaratıklar – yani insanlar – gibi düşünebilen varlıklar/yaratıklardır. Meleklerin düşünceleri sürekli Tanrı’ya dönüktür ve bu onların gıdasıdır. Ortodoks Kilisesi’nin iyileştirme yöntemi de hasta ve bozulmuş olan insana ve onun zihnini de benzer şekilde Tanrı’ya döndürmeye yöneliktir. Bu, insanın terapisidir. Tanrı’ya yönelmek onun tedavisidir. Melekler bu Tanrı odaklı olma özelliğine mutlak anlamda sahiptirler; özellikle kötü ruhların düşmesinden sonra, melekler düşmemiştir. 8 Kasım’da kutladığımız şey, meleklerin tavrıdır; melekler Lucifer gibi düşmemiştir. (Kutsal Ayinde de şu sözleri söyleriz: “Güçlü duralım, korkarak duralım”). Bu duruşu takip ederek, Şamlı Eren Yuhanna, “Ortodoks İnancın Kesin Açıklaması” başlıklı çok önemli bir dogmatik metinde – son derece önemli dogmatik ve hem özlü hem de temel bir öğretide – meleklerin bu olaydan sonra günahtan etkilenmez olduklarını söylemiştir (bu ayrıca Kilise babalarının dogmatik bir geleneğidir); melekler o ilk sefer düşmeyip “sağlam kaldıkları” için artık asla düşemezler. Şeytan’ın tahrikine kapılmasaydı, insan için de aynı şey olabilirdi. Meleksel başın etrafındaki kurdele odaklanmayı temsil eder; çünkü akıl – beyin değil – sözcüğünün içsel veya soyut gücü tasvir edilemez; işte bu yüzden kutsalın tasvir sanatında gözle görülmeyen şeyleri dışsal sembolizm yardımıyla ifade ediyoruz. Örneğin, dua kavramını da bu tasvir sanatına uygu biçimde betimleyebiliriz. Bir ressama “dua çizimi yap” deseniz, birisi tamamen doğal bir çizim yapabilir; örneğin ormanda dua eden birini çizebilir. Bir başkası daha soyut bir şekilde beyaz resim panosuna kırmızı bir çizgi çizebilir. Onu nasıl resmedeceğini bilemem. Oysa biz doğal veya soyut araçlara başvurmuyoruz. Önemli anlamları semboller aracılığıyla ifade ediyoruz. Böylece, meleklerin zihni toplanmış durumda ve Tanrı’ya odaklanmış olduğundan onların gür saçlarının (bu da onların sahip oldukları pek çok karizmayı temsil eder) çevresine kurdele yerleştiriyoruz. Bu da yine dogmatik bir unsurdur. Başlarının çevresinde kurdele bulunmayan melek tasviri yoktur. Bu detayı melekleri tasvir eden diğer ikonalarda da göreceğiz.

Sonra ikonada üç tane yıldızbilimci görüyoruz. Grekçe’deki “Magos” sözcüğü şeytani sihir eylemleriyle, iyi veya kötü amaçla şeytanlardan yardım istenmesiyle, yani siyah ve beyaz büyü arasındaki yanlış ve dünyevi ayrıştırma ile karıştırılmamalıdır. Bu sözcük bilge kişi anlamındadır. O dönemde bu şekilde adlandırılıyorlardı. Bilim adamıydılar ve bildiğiniz gibi üç hediye; altın, tütsü ve mür getirdiler. Bu hediyeler de dogmatik unsurlardır. Bebek Yesua’ya altın getirdiler; çünkü O bir kraldır. Altın mantıksal olarak bir krala verilirdi. Tütsü getirildi; çünkü O Tanrı’dır. Peki ya mür? Mür denen güzel koku, ölüleri yağlamak için – elbette İbrani geleneğinde – kullanılan bir maddeydi; ancak mür sürmek İbrani dünyasının diğer dışsal geleneklerine göre de yapılan bir uygulamaydı: ölüye yağ sürmek – krizmasyon – bizim yaptığımız gibi arındırma amacına da hizmet ediyordu. Bizler de definden önce ölülerimizi temizleriz. Mesih, mür ve sarısabır denen bir madde ile yağlanmıştır. Böylece O Tanrı’dır, kraldır ve bizim için ölecek olandı. Gördüğünüz gibi; altın, tütsü ve mür özel anlamı bulunan dogmatik öğelerdir.   

Ayrıca Kutsal Meryem’in nişanlısı Yusuf’un tasvir edildiğini görüyoruz. Kutsal Anne’nin nişanlısı Yusuf, denenmiş ve Kutsal Anne’yi eş olarak alıp almama konusunda tereddüt etmişti. Yusuf ikonanın alt kenarında betimlenmiş. Bu arada, Tanrısal bir olayın merkezinde bulunan kişilerin ikonanın merkezine yerleştirildiğine dikkat edin. O sırra sadece hizmet eden kişiler ikonanın kenarındadırlar. Bunun gibi çok katmanlı bir betimlemede merkezde bulunan figür mutlaka Yesua’dır; ancak bir azizin tek başına resmedildiği ikonalarda temel konuyu söz konusu aziz oluşturur. Kutsal Anne gibi Yusuf da bu sırra hizmet etmektedir. Gizemin yardımcıları veya hizmetkarlarıdırlar (Eski Grekçe’de yardımcı sözcüğü hizmetkar anlamına gelirdi). Burada Kutsal Anne’nin bile tam olarak ikonanın merkezinde bulunmadığını fark edeceksiniz. Yusuf biraz daha aşağıda ve yan taraftadır. Her ikisi de bu gizemin yardımcılarıdır. Bu gizeme katılmışlardır. Normalde bir gizeme hizmet edenler, o gizemin bayramından bir sonraki günde anılırlar. Kutsal Anne, 26 Aralıkta anılmaktadır; yani Mesih’in doğumunu kutladığımız günden bir gün sonra Tanrı-doğuran’ın bayramını kutlarız. Bu Tanrı-doğuran’ın bayram günüdür. Bu bayram Yusuf’un bayram günü ile çakışıp onun kutlanmasına engel olmasın diye hemen Noel sonrasındaki Pazar gününe aktarılmıştır ve aynı gün Kutsal Anne’nin nişanlısı Yusuf’un bayramını (iki peygamber ile birlikte) kutlarız. Bir gizemin hizmetkarlarını bu şekilde anıyoruz. Vaftizci Yuhanna’nın başı 29 Ağustos’ta kesilmiştir ve bu onun şehitliğinin hatırlandığı gündür; ancak onun asıl bayramını 7 Ocak (6 Ocaktan bir gün sonra) tarihinde kutlarız; çünkü 6 ocakta kutladığımız Mesih’in vaftizinde aracılık etmiştir. Vaftiz gizemine yardımcı olmuştur. Bunlar son derece önemli ve temel teoloji konularıdır ve azizler sırların hizmetkarlarıdır.

Aracılık etmek sözcüğünün Grekçe hali ypourgos (ypo+ergo) olup onun eylemi hizmet etmek anlamına gelir. Grekçe’nin fiil yapılarının derin anlamlarına dikkat etmelisiniz. O, bu gizemin bir hizmetkarıdır. Her zaman gizeme hizmet eder ve onun bir diyakozudur. Yine de gizemin pek çok belirgin hizmetkarı yoktur. Meryem’in Nişanlısı Yusuf vardır, ve Ortodokslukta kutsalların tasvir sanatında sözde “kutsal aileyi” batının ölçülerine göre betimlemediğimizi görün. Bizde “kutsal aile” diye bir şey yoktur. Bizde her daim bakire olan Kutsal Anne vardır. O, bakireliğini her zaman korumuştur ve Yusuf da Mesih’in doğum gizeminin hizmetkarıdır. Bir tek olay – Mısır’a kaçış – dışında asla Mesih, Kutsal Anne ve Yusuf’tan oluşan bir kutsal aile tasvir etmeyiz. Bu olayda Kutsal Anne, Mesih ile birlikte bir eşeğin üzerindedir ve Yusuf, yolculuklarında onlara yardımcı olsun diye eşeği yönlendirip onları takip ederek yine onlara hizmet etmektedir. Bu “kutsal aile” değildir. Mısır’a Kaçış olayının betimlemesidir ve her ikonanın olduğu gibi onun da kendine özgü teolojik detayları mevcuttur.

Daha sonra Tanrısal Bebeğin yıkanmasını – tamamen yanlış anlaşılmış bir tasvirdir – görüyoruz. Aslında bu betimlemenin üzeri özellikle 17. yüzyılda Roma Katolik Kilisesi’nin teolojik algılama biçiminin Ortodoks dünyasına – Rusya’dan başlayıp Kutsal Dağ’a kadar bile – sızmasından sonra Kutsal Dağ’daki tüm ana manastır Kiliselerinde (Katolikonlarda) boya ile kapatılmıştır. Bu betimlemenin üstüne boya çekilmiştir; çünkü Tanrısal Bebeğin banyosunu tasvir etmenin kabul edilemez olduğu düşünülmüştür. Bu dogmatik bir hataydı. Şimdilerde tüm bu ikonalar üzerlerini örten boyadan temizlenmişlerdir. Gördüğünüz gibi, Kutsal Dağ’da bile kimse Ortodoksluğun özel temsilcisi değildir. Ortodoksluğun kendi gerçekleri mevcuttur ve bu gerçeklerin genelliği söz konusu olup tek bir yer tarafından öğretilmezler. Ortodokslukta hiçbir yer “Vatikan benzeri” değildir. Söz konusu kişiler Mesih’in çıplak biçimde ve banyo yaparken tasvir edilmesinin kabul edilemez olduğunu düşünmüşlerdir. Öyleyse kutsalların tasvirini yapan sanatçı bu sahneyi ikonaya niçin dahil etmiştir? Sanatçı, bu sahneyi tüm bebeklere yapılan uygulamayı göstermek için ikonaya eklemiştir: doğduklarında bebeklere banyo yaptırılır. Son arınmanın, yani tam arınmanın sekizinci günde gerçekleştiğini hatırlayın. Mesih mükemmel bir insandı ve günah hariç, insanî olan her şeyi tecrübe etmeliydi. Mesih, Tanrı olduğu için yıkanmamış ve aynı sebeple yıkanmaya ihtiyaç duymamış olsaydı, mükemmel bir insan olamazdı. Bu durum, Mesih’in insanları kurtarmadığı anlamına yol açacağından dogmatik bir hataya düşmüş olacaktık. Çünkü Mesih, mükemmel bir insan olarak insanı kurtarıp mükemmelleştiriyor. İnsan doğasında bizlerden üstün olsaydı, uyumaya ya da yemek yemeye ihtiyaç duymayacaktı. Bu tür eylemlerin hepsi Mesih için mümkündü – bunların gerçekliği kesindir – ancak, mükemmel bir insan olmasaydı, insanlığı kurtaramayan bir süper insan olacaktı. Teolog Gregory’nin ifadesi ile “Edinilmeyen, aynı zamanda kurtarılmayandır”. Mesih her şeyi edinmişti, - not edin – kusursuz tüm tutkularımıza sahip oldu. Mesih tutkulara sahipti; ancak sadece kusursuz olanlara. Nedir bu kusursuz tutkular? Açlık bunlardan biridir; ancak günah getirmez. Susuzluk ve uyku da kusursuz tutkulardandır. Kusurlu tutkular ise tam olarak bu kusursuz tutkuların bozulmuş halidir. Açlık ile kıyaslandığında oburluk kusurlu bir tutkudur. Bunları bize Şamlı Eren Yuhanna ve Kilise babaları söylemektedir.

Ve elbette ikonada pek çok farklı şekilde tasvir edilmiş olan çobanları görüyoruz. Bu, Mesih’in geldiği ana ait insan varlığına, insanı yücelten varlığa işaret eder. Ve yukarıda gökten aşağıya İlahi Işığın, yaratılmamış olan ve Mesih’in doğum gizemini aydınlatan ışığın, indiğini görüyoruz. Bir önceki derste bize gösterilmiş olan – bizim tarafımızdan görülmüş olan – her şeyi betimlediğimizden söz etmiştim. Dikkat edin, tarafımızdan görülen; çünkü Mesih’i gerçekten gördük. Onu “gördüğümüzü” söylüyoruz; ama “onlar görmüşler” demiyoruz. Kilisede yaşıyorsak her birimiz Mesih’i görürüz. Kilise bir bedendir. Birimizin gördüğü bir şeyi, diğerleri de görmüştür. Bedenin tecrübesi tektir. Başka bir deyişle, sıcak veya soğuk metal bir nesneyi ilk kez hissetmek istesem ve bunun için sadece dokunma hissimin hücrelerini kullansam, tüm bedenim ısı hissini tecrübe etmiş olur. Bedenimdeki tüm hücrelerin, bir şeyin sıcak olduğunu anlamamı sağlayan bensel deneyimi edinebilmesi için, tüm bedenimin – bedenimi oluşturan milyonlarca hücrenin – metal bir araca yapışması şart değildir. “Ama ben Mesih’i görmedim” dediğimizde aslında konuşan bizim bireysel deneyimimizdir. Kilisede yaşıyor isek, Mesih’i görmek bizim de deneyimimizdir.

Bu yüzden, ne gördüysek onu betimliyoruz. Mesih’i gördük; bu sebeple O’nu tasvir ediyoruz. Kutsal Ruh’u bir “güvercin benzerliğinde” gördük; bu sebeple O’nu da öyle tasvir ediyoruz. Ancak Tanrı Baba’yı asla görmedik; bu yüzden O’nu asla tasvir etmiyoruz. Bu ayrıntıyı vurgulamak istiyorum. Gerçekçiyiz, realistiz ve aynı zamanda köklü olarak teolojiğiz ve böylece görmediğimizi betimlemiyoruz. Kerubimleri mi gördük? Onları betimliyoruz. Serafimleri mi gördük? Onları betimliyoruz. Melekleri, baş melekleri mi gördük? Onları betimliyoruz. Tahtların, yönetimlerin, iktidarların, erdemlerin, egemenliklerin, hükümranlıkların ve diğer göksel güçlerin neye benzediklerini görmedik; bu yüzden onları betimlemiyoruz. 

Soru: Affedersiniz; ama Tanrı’nın portresini gösteren bir ikona var.

Cevap: Tanrı Baba’nın tasvirini asla kabul etmiyoruz.

Soru: Öyleyse neden….

Cevap: Bu şekilde tasvir ediyorlar; çünkü ikonaların teolojisinden haberdar değiller. Kutsal Üçlü’yü, Baba-Oğul ve Kutsal Ruh olarak ve Tanrı Baba’yı da uzun saçlı yaşlı bir adam olarak asla betimlemeyiz. Bu yanlıştır. Baba kendisini bize asla göstermemiştir. “Beni görürseniz, ölürsünüz” demişti Baba. Hiç kimse Baba’yı görmez. Mesih de insanların algılama kapasitesine uygun olarak görünmüştür. Ve bir güvercin “gibi” görünerek Kutsal Ruh da aynısını yapmıştır. Ancak görünen ve insan olarak vücut bulan Mesih başkadır; bir güvercin olarak vücut bulmayan Kutsal Ruh başkadır. Kutsal Ruh bir güvercin gibi görünmüştür; güvercin olarak vücut almamıştır. Bu ikona için geçerli olan dogmatik yaklaşım budur. Bu noktada teolojiye uygun olarak ilerliyoruz ve hiç kimse ikonanın teolojisini kendine özgü algılama biçimine göre değiştiremez.  

 

 

Çeviren: Theophilos

 

31-12-2010 tarihinde yazéldé.

31-12-2010 tarihinde güncellenmiştir.

SAYFA BAŞINA DÖN