Milattan sonra 294, İskenderiye. Aristokrat ve putlara tapan bir ailenin bir kızı olur. Adını Dorotea koyarlar. Büyüdükçe güzelliğiyle gözleri kamaştıran Dorotea, dönemin okullarında felsefe, hitabet, şiir yazma, müzik, fizik, matematik, astronomi ve tıp dersleri okur. Asaleti, fazilet sahibi olması ve güzelliği üzerine bir de kültürünü ekleyince herkes tarafından istenen bir gelin adayı haline gelir. Ancak onun kimselerde gözü yoktur. Hayatı peşinden koşan erkekleri reddederek, sıradan bir şekilde sürer. Taa ki bir gün bir rahip ona İsa Peygamber'den sözedene kadar...
Dorotea, İsa'ya inanır, vaftiz olur ve ‘‘taçlandırılmış taç’’ anlamına gelen Ekaterini adını alır.
Kral Maksimianus dönemi. Ekaterini, İsa Peygamber'e olan bağlılığını açıklar ve kralı putlara adadığı kurbanlar nedeniyle halka şikayet eder. Kral, imparatorluğun dört bir yanından 50 hatibe, azizeyi davasından vazgeçirmeleri için emir verir. Ekaterini kralın kendisine gönderdiği hatipleri de İsa'nın yaydığı dine iman etmeleri için ikna eder; konuşurken eski Yunan filozoflarının hakiki tanrı hakkındaki vecizelerini hatırlatmaktadır. İşte bundan sonra pek çok baskı görür, işkencelere uğrar. Yine de yılmaz. Verdiği ilahi örneklerle, önde gelen aristokratları, hatta imparatorun eşini dahi etkiler. Başı kesilir.
Aya Ekaterini'nin vücudunun, melekler tarafından Sina Yarımadası'nın en yüksek dağının tepesine götürüldüğüne inanılır. Bu tepe bir gün azizenin adıyla anılmaya başlayacaktır.
Aradan üç asır geçer. Kral Jüstinyen'in bu tepede yaptırdığı manastırın rahipleri rüyalarında Aya Ekaterini'nin naaşının yerini görürler. Naaş bulunduğu yerden alınarak, daha sonra azizenin adını taşıyacak manastırın ana bölümünde mermer bir lahite yerleştirilir. Ve o günden sonra, lahitten miron (Kutsal parfüm) yayıldığına ve bunun günümüze kadar gelen bir mucize olduğuna inanılacaktır.
1924, İstanbul. Moda kıyısında Rum balıkçılar tarafından keşfedilen ve bir kaya deliğinden fışkıran suyun, kutsal olduğuna karar verilir. Rivayete göre suyun etrafında eski bir kilisenin temellerine ve Aya Ekaterini'nin bir ikonuna rastlanmıştır. Üzerine ahşap bir bina inşa edilip ziyarete açılan küçük Rum kilisesine, daha doğrusu ayazmaya Aya Ekaterini adı verilir.
‘Müsü Koço’nun yeri
Moda Vapur İskelesi'nin hemen yanında bulunan ayazmanın üzerindeki bina 1934-35 yıllarında yıkılarak, yerine lokanta yapılmak üzere yeni bir bina inşa edilir. Ama ayazma aynen korunur, 1950 yılında onarımdan geçer. Ayazmanın üstündeki bina, ilk olarak Konstantinos Koço Korontos tarafından ‘‘Moda Park Lokantası’’ adıyla bir kır kahvesi olarak hizmete açılır. Adı bugün de Moda Park Lokantası olan mekan, hálá Koço olarak biliniyor. Çünkü sahibiyle ünlü; Mühürdar'da da bir gazinosu olan ‘‘Müsü’’ Koço, belli ki ününün çoğunu bazı günlerde ücret almadan servis yapmasına borçlu.
1954'te ölümüne kadar Moda Park Lokantası'nın işletmesini sürdürür Koço Bey. Ölümünden sonra lokantayı, çalışanlarından Gökçeadalı Atanaş Cano ile Stelyo Mavro devralır. 85 kişilik kapalı salona, 80 kişilik yarı açık bölüm daha eklenir, yani bahçeli bir lokanta olur Koço. Kapasite 250 kişiye çıkar. Cano ve Mavro'nun da 1980'lere kadar işlettiği ama artık yaşlandıklarından (İkisi'de 1994'te göçmüş bu dünyadan) servise yetişemedikleri lokantayı, 1985'ten bu yana, eski aşçılardan Şeref Yavuz, Hilmi Suna, Fahri Şeker ve Mustafa Yılmaz işletiyor. Mal sahibi ise Aldo Bey.
Dünyada tek
Dünyanın pek çok kentinde Aya Ekaterini'nin adını taşıyan kiliseler, ayazmalar var. Türkiye'de ise sadece bir tek Moda Burnu'ndaki Aya Ekaterini Ayazması bu adı taşıyor. Ayazma'nın değil Türkiye, belki de dünyada ‘‘tek’’ sayılmasını sağlayabilecek asıl özelliği ise bir meyhanenin ortasında olması! Gerçekten de bu Rum kilisesine girebilmek, mum dikebilmek, rahibin duasını dinleyebilmek için meyhanenin içinden geçmek gerekiyor. Ya da tam tersi, meyhanenin bahçe masalarına oturmak için ayazmanın yanından geçmek...
Moda Park Lokantası'nın kapısından girdiğinizde denizi her yanından görebileceğiniz camekanlı büyük salonda da oturabilirsiniz; diğer kapıdan çıkıp bahçeye de geçebilirsiniz. İşte o geçişte, tam sağınızda kalan birkaç basamaktan indiğinizde göreceksiniz ayazmayı.
Mikroskobik denebilecek boyutlarda ufak kilise olan Aya Ekaterini'ye demir bir kapıdan giriliyor. İki beton basamak indikten sonra sağa doğru birkaç basamak daha var. Kapının karşısındaki duvarda gümüş işlemeli bir Aya Ekaterini ikonası karşılıyor gelenleri.
Bu küçücük bir odadan oluşan kiliseye de başta Koço'nun müdavimleri gibi Modalılar gelirmiş. Şimdi ise sadece Moda'nın Rumları değil; üstelik sadece Hıristiyanlar değil; İstanbul'un pek çok yerinden, tüm dinlere mensup insanlar, hatta Müslümanlar da ziyaret ediyor Aya Ekaterini'yi. Hepsi de pazartesi günleri Metropolit kilisesinden gelen papazın okuduğu dualara amin diyor, mum dikip dilekte bulunuyor.
Bu insanlardan bir kısmının inandığı ve dilden dile aktardığı, ‘‘Aya Ekaterini sevdiğine kavuşamamış. Ruhu hala buralarda geziyor. Eğer sevgiliye kavuşmakla ilgili bir dilekte bulunursanız asla kabul olmaz. Ama Aya Ekaterini, işle parayla ilgili dileklerinizin hemen kabul edilmesini sağlar’’ rivayetinin ise nereden kaynaklandığı bilinmiyor.
Rakı, miron, ilahi
Ayazma'ya eğer sabah saatlerinde giderseniz, öğle ve akşam için hazırlıklara başlamış Koço çalışanlarının soyduğu soğanları, patatesleri; ayıkladığı balıkları görerek geçeceksiniz salondan. Sizin gibilere alışmış olsalar da pek muhabbetle bakmayabilecekler yüzünüze, olsun yürümeye devam edin, az sonra ayazmadasınız. Küçük de olsa, bir kilisenin hissettirebileceği herşeyi hissettirecek size.
Eğer akşam saatlerinde meyhaneye giderseniz, kimbilir, belki de bir miron kokusu gelecek burnunuza; kulağınıza kilise ilahileri çalındığını sanacaksınız, güzel ve davasına inançlı bir kadın silüeti geçecek gözlerinizin önünden, Aya Ekaterini'yi anacaksınız. Eğer bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız, bir meyhane ile kiliseyi ve o kiliseye adını vermiş bir azizenin hayatını aynı yazıda buluşturmanın, becerilmesi ne denli zor, hatta imkansız bir çaba olduğunu düşünecek, böylece beni anlayacaksınız.
ERRR TARAF AYNI 1931 doğumlu Tanaş bey, 1959'dan beri Koço'da. Biraz suratsız da olsa şef garson. Lokantanın eski sahiplerden Tanaş Cano'nun Gökçeada'dan ahbabıymış: ‘‘1959'dan bu yana bina olarak herhangi bir değişiklik olmadı, eerr taraf aynı’’ diyor. ‘‘Sadece bazı düzenlemeler yapıldı. Yemeklere gelince, bizim zamanında iki üç çeşit balık da vardı ama ağırlık daha çok etteydi. 1985'e kadar. Sonra daha çok deniz ürünü ve balık ağırlıklı oldu. En mehşur mezelerimiz midye ve arnavut ciğeridir.’’
Denize karşı deniz ürünleri
Moda Park Lokantası, kısa adıyla Koço, 1960'larda püreli rostosu, sosis sotesi, kaşarlı İtalyan makarnası ve şişiyle meşhurdu. O zamanlar çok rakıcı yoktu ortalıkta, yemekte bira ya da kırmızı şarap içilirdi. Bugün olduğu gibi, o zaman da ‘‘her kesimden’’ müşterisi vardı lokantanın; ‘‘en üst tabakadan en alt tabakaya kadar’’, çünkü fiyatlar ortalamaydı.
Koço'nun aşçısı, '59'dan beri aynı. Yardımcıları değişmiş sadece. Zaman zaman salatanın içinden istenmeyen şeyler çıkabiliyorsa da mutfak da aynı gelenekle devam ediyor. Bugün bol bol rakının içildiği Koço'nun prensibi, mezelerin günlük olması. 15 civarında soğuk mezeyi, midye, ciğer, börek, kalamar ve karides güvecin başı çektiği ara sıcaklar izliyor.
Özellikle baharda ve yazda, sevimli Moda Vapur İskelesi ve muhteşem Moda denizine bakan manzarasıyla bahçesi tıklım tıklım olan Koço'nun işletmecileri, lokantanın 70-80 yıldır ayakta kalabilen bir müessese olmasıyla gurur duyuyorlar. Ya ayazma? Müslüman Mustafa Yılmaz'a, meyhanenin ortasında bir Rum kilisesi olmasından dolayı rahatsızlık duyup duymadığını soruyorum. ‘‘Niye rahatsız olalım ki’’ diyor, ‘‘Orada duruyor, insanlar geliyor.’’
Koço'nun kendine pek güvenen aşçısı Muharrem Usta'nın (Aslan) yaşı 60'ın üstünde.