Öz Ortodoksluk doktrinleri ve emanetleri

ÁĆİĆLERİN HAYAT HİKAYELERİ

 

9 MART: SIVAS ŞEHİTLERİNİ ANMA GÜNÜ
Kaynak: oca.org

 

 


         ( Ilgili videoyu izlemek icin buraya téklayén )

 

Sivas şehrinin 40 aziz şehidinin öyküsü, Hristiyan imanı, azim, fedakârlık ve arkadaşlık konularında etkili bir derstir. 313 senesinde İmparator Büyük Konstantin, Hristiyanlara dinsel özgürlük tanıyan ve Hristiyanlığı da putperestlik gibi yasal bir din olarak kabul eden bir belge yayınladı; ancak Konstantin ile yönetimi paylaşan Licinius bir pagandı ve imparatorluğun kendisine ait bölümünde Hristiyanlığı ortadan kaldırmaya karar verdi. Konstantin’in ordusu ile savaş hazırlığına girişen Licinius, isyan ederler korkusuyla Hristiyanları kendi ordusundan çıkarmaya başladı.

O dönemin askerî komutanlarından biri, Sivas’ta yaşayan ve putperestliğin ateşli savunucusu olan Agricola idi. Onun denetiminde 40 Kapadokya’lı cesur asker bulunuyordu ve bu gruptaki askerler pek çok savaşta başarı göstererek diğer askerlerden farklı olduklarını kanıtlamışlardı. Hristiyan inancını benimsemiş olan bu askerler, pagan ilahlarına (putlara) kurban sunmayı kabul etmeyince Agricola tarafından hapse atıldılar. Hapiste iken kendilerini duaya ve Mezmur okumasına adayan bu askerler gece onlara: “Sonuna kadar dayanın ve kurtulacaksınız” diyen bir ses duydular.

Ertesi sabah askerler yeniden Agricola’nın huzuruna çıkarıldılar. Bu sefer pagan Agricola tatlı dil ile askerlerin gönlünü çalmayı denedi. Onların başarısını, gençliğini ve kuvvetini överek onlardan Mesih’i inkâr etmelerini ve böylece imparatorun saygı ve sevgisini kazanmalarını istedi.

7 gün sonra ünlü yargıç Licius, Sivas şehrine ulaşıp 40 askeri mahkemeye çıkardı. Azizler büyük bir kararlılıkla “Sadece askerî rütbelerimizi değil, hayatlarımızı da alın; çünkü bizim için hiçbir şey Mesih Tanrı’dan daha değerli değildir” dediler. Bunun üzerine Licius, görevlilerine bu azizleri taşlamalarını emretti; ancak taşlar azizleri ıskalayıp onları atan kişilere döndüler. Licius tarafından atılan bir taş Agricola’nın yüzüne çarpıp onun bazı dişlerini kırdı. İşkenceciler, azizlerin görünmez bir güç tarafından korunduğunu fark ettiler. Geceyi hapiste dua ederek geçiren azizler, Rab'bin avutucu sesini duydular: “Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır” (Yuhanna 11:25). Cesur olun ve korkmayın; çünkü ölümsüzlük tacı edineceksiniz”.

Ertesi gün yargıç, sorgulama işlemini işkencecinin eşliğinde yineledi; ancak askerler isteklere boyun eğmediler.

Kış mevsimiydi ve hava buzlanma derecesinde soğuktu. Kutsal askerler sıraya dizilip şehre yakın olan bir göle atıldılar ve onların sudan çıkmasını engellemek için de nöbetçi askerler belirlendi. Azizlerin direnişini kırmak için göl kıyısına sıcak banyo odası yerleştirildi. Gecenin birinci saatinde soğuk dayanılmaz boyuta ulaştığında 40 askerden biri banyo odasına koşmak için sudan çıktı; ancak eşiğe ulaşır ulaşmaz düşüp can verdi.

Gecenin üçüncü saatinde Rab, askerlere ruhsal destek gönderdi. Aniden bir ışık belirdi ve göldeki buz tabakası eridi. Böylece göl suyu ısınmaya başladı. 40 azizi gözleyen Aglaius dışındaki tüm nöbetçi askerler uykudaydı. Aglaius göle baktığında her bir askerin başında parlak bir tacın belirdiğini gördü. 39 taç sayan Aglaius, gölü terk eden askerin tacını kaybettiğini anladı.

Aglaius hemen diğer nöbetçileri uyandırdı ve üniformasını çıkarıp onlara “Ben de bir Hristiyanım” dedikten sonra göldeki 39 askere katıldı. Suda durup şöyle dua etti: “Rab Tanrı, bu askerlerin inandığı Sana ben de inanıyorum. Beni de onların arasına kat ve hizmetkârlarınla birlikte acı çekmeye layık kıl.” O anda 40. taç onun başının üzerinde belirdi.

Sabah olduğunda işkenceciler gelip de şehitlerin hala sağ olduklarını ve nöbetçi askerlerin başında bulunan Aglaius’un da onlarla birlikte Mesih’i yücelttiğini görünce büyük şaşkınlık yaşadılar. Askerleri sudan çıkarıp onların ayaklarını kırdılar. Bu korkunç infaz sırasında en genç asker olan Meliton’a annesi yalvarıyor ve ondan hayatını kaybetmemesi için imanından vazgeçmesini istiyordu.

Şehitlerin bedenlerini bir at arabasına yükleyip yakılmaya götürdüler. Genç Meliton daha nefes alıyordu ve işkenceciler onu yerde bırakıp gittiler. Annesi, Meliton’u yerden kaldırdı ve omuzlarında taşıyarak at arabasının peşinden gitti. Meliton son nefesini verdiğinde de onun bedenini onunla aynı acıları çeken arkadaşlarının cesetlerinin yanına koydu. 40 azizin bedenleri ateşe atıldı ve Hristiyanlar alamasın diye onların kömürleşmiş kemikleri bir göle fırlatıldı.

Üç gün sonra azizler, Sivas piskoposu Aziz Petrus’a uykuda görünerek cesetlerinden arta kalanların gömülmesini istediler. Piskopos, çok sayıda ruhani ile birlikte gece gidip bu görkemli şehitlerin kutsal emanetlerini topladı ve onlar için saygı dolu bir defin töreni gerçekleştirdi.

Çayırkuşlarının bu dönemde ötüp baharın gelişini müjdelediklerine inanıldığı için Sivas şehitlerinin anıldığı günde çayırkuşu görünümünde tatlılar pişirmek gelenek halini almıştır. 40 şehit onuruna 40 tane çayırkuşu çöreği pişirilir.

İlahi (Apolytikion): Senin uğruna azizlerinin çektiği acıları kabul et, ey Rab, Sana yalvarıyoruz: tüm acılarımızı dindir.

İlahi (Kontakion): Ey Rabbin 40 şehidi! Bu dünyanın ordularını bırakıp her şeyin Efendisine bağlandınız. Ateş ve sudan geçerek, ey kutsanmış olanlar, gökyüzünden övgü ve çok sayıda taç kazanmaya layık oldunuz.


Çeviren: Theophilos

13-3-2010 tarihinde yazéldé.

13-3-2010 tarihinde güncellenmiştir.

SAYFA BAŞINA DÖN